Perşembe, Nisan 26, 2012

Mikrotiryakip Roman


Uzun ve derin, ve az lafla çok şey anlatmak isteğini gerçekleyeceğini belli etmek isteyen, bir bakışın ardından, “nefesin kokuyor”, dedi. 
“Vaktiyle ciğerim yandı; ondandır”, dedim.
-Deniz

Pazar, Nisan 22, 2012

Kesif Ettirgen


Sigara süründürür
1. Carpe Praeteritum
Kendiyle dertli insanların yaşadığı üç farklı zaman dilimi vardır: Bir, ızdıraplarla, yaralarla, acılarla, terk edilişlerle, düşüşlerle, yıkılışlarla, felaketlerle ama kallaviyeti sorgulanamaz raddede kıymetli hatıralarla dolu di’li geçmiş olsun zaman; bu kabullenilmiş, en azından öyle gibi yapılmış, içselleştirilmiş, hakkında gerekli zihinsel yatırlar imar edilmiş ve fakat asla unutulmamış, unutulamamış süreler toplamıdır. Bir ikincisi, genellikle olmayacak duaya değil amin türbe yaptırılan gelecek zaman; dün geçmişin tozlu ve yağlı sayfalarında yine de okunabilen kalben enfeksyonist sözlerle doludursun, her şeyin farklı, ama çok farklı, olacağına dair muhteşem bir inançla düşlenkarlığı eylenmiş fikren güzel ve genellikle eyleme reel vakıfiyet noktasında noksan  kalan umutlar toplamıdır. Gelecek zamana dair gönülsel mollalık seyahatleri, devamlı olarak insanın kendini aşması, uç hayallerini gerçeklemesi, rasyonel olarak açıklanabilir bir mutluluğun ötesinde fiziki ve kıymeterkil değerler taşıyan anlardan ibaret sessiz düşünmeleri barındırır. Bir üçüncüsü.. vardır ki işte o rahatsız insan erkinin zihninde kör sondajlar eyleyen odur: Aradalılık çıkmazı şimdiki zaman. Gündüzü ve uykusuzluğu hep geçmişbaz anılar ve gelecektrak beklentiler arasında tüketmek. Her kelamı ya olmuştan ya da henüz olmamıştan açmak; “..öyle işte, ya, neyse haydi ben kaçayım” desibel tutarsızlığı içinde yaşayarak kapatmak. Bunların hiçbiri bir diğerinden üstün de değildir. Ne geçmiş geride bırakılabilmiştir, ne şimdi doğru düzgün yaşam kılınır, ne de tüm bunlar arasında adam akıllı bir gerçek inşasına fırsat kalır. Esasında tüm bunların, her şeyi düzene sokmaktan gayri bir çıkışı daha vardır; sokmak düzene, her şeyi. Salt delilik hali. Hesap verecek hiçbir kendi-birinci tekili bırakmamak. Kendiyle yeterince derdi olan delirir; dertleri çoğunlukla üçüncül tekil sponsorluklardan ileri gelen ise; yani, gidip delirememek adıyla blog açar.


2. Nüktedan İmge


Eski çamlardan bardak olur, diye deyişi; icabında cami ile kışlanın el ele verişine şahitliği olmuş topraklarda, şahsi insan ilişkilerinin yavşaksal geçişkenliğine şaşırmak da, hadi, benim toyluğum olsun.
3. Kısa Tarih Notları


Öldürmeye üşendiğini eşek suyun içine DSİ sıçana kadar süründürmek 90’larda, hem resmi hem kontrmemuriyet olgular üzerinden yürütülen bir devlet politikasıydı. Ve 80’lerde, ve 70’lerde, ve 60’larda, ve 50’lerde, ve 40’larda ve mesela şu anda.


4. Açık Mektup


Başına getirdiğim hiçbir şeyi hak etmedin; başına gelen bütün mutlulukları hak ediyorsun. -(Vicdanen Kısaltılmıştır)-
-Deniz 

Cuma, Nisan 20, 2012

Veham Söylemler


Okur yazar, tahsilli ve yalnız bir çiftin neticesi olmanın ileriye dönük en büyük sıkıntısı günün birinde okur yazar, tahsilli ve yalnız birine büyümsemektir.

Merhaba, Dünya'nın En Güzel Arabistanı'nın başabelakentine bahar esameli, yazdan aromalı günler uğramıyor, halen daha. Saatlerden gece, sayısal karşılığının önemi yok. Ben diyeyim günlerden resmi tatile az kaldı, siz düşleyin bu gecesabahın akşamına gebe katmer-promil muhtemeliyatların önemli bir çoğunluğu önsevişme içeriyor. Uyuyamıyorum; bir şeylerin canını yakasıya dertliyim ki ikisi arasındaki bağlantıyı boş kalmasın diye alkole boğmak gibi post-ergen alışkanlıklarım vardır. Uyuyamamanın eşisıra reflüperverim, bir de gastrit var, bir de ülser. Şayet kahve de içiyor olsam adeta öylesine modern belediye vatandaşı olurdum ki.

Kafam diyor ki, akıl ve aşk birbirine çevrilmesi çok güç iki farklı dil ile konuşurlar. Kafam diyor ki, akıl faydanın metrajına bakar, aşk ise değerin lirikliğine. Kafam diyor ki, 'delilik' ancak paylaşılmamış anlamlara verilebilir bir addır. Delilik paylaşıldığı zaman delilik olmaz, kolektif yalnızlık olur. Yani kafam diyor ki, kimseye anlatılamayan dertlerin dermanı olsun diye (bile) değildir aşkın hayata tansiyon üstünlüğü ve akıl karşısındaki hükmen malubiyeti; aşk deliliğin bizatihi kendisidir zaten. Çünkü aşk adi, puşt, acımasız ya da insafsız mıdır bilinmez ama şüphesiz şahsi bir meseledir. İnsanın bütün oluş hallerinin en bencilidir belki de aşk. Sen, onu çok seversin. O, çok sevilir, senin tarafından. O edilgendir, yar bellenmiştir, belleği kayıp şimdiki zamanlarda, senin tarafından. Sen seversin. Cümle bu kadar kısadır aslında. Senin ne kadar sevdiğinin dozajı da mühim değildir. Sen seversin. Romantik bağ fiiller üzerinden ömür tüketen ve şu kelama aykırı gitmeye her zamandan hazır olana da açık bir biçimde sorulabilir: Sen. Çok seviyorsun, uğruna ölüyorsun, hakkında denizler aşıyor, dağlar parselliyor, çöllere kafa tutuyor, adisyonlar kapatıyor, kendi paralıyorsun ya, pek muhterem sen pek muhtemel Mecnun'sun ya. Sen Mecnun'san, bu kaçıncı Leyla?


Kafam diyor ki, bu aşkı recmetme çabası değil. Sen sev onu; o da sana karşı boş olmasın. Çift olun, çiftleşin; bireysel delilikleriniz size bakidir. Sevmek ilhak edilemez. Zaman, yaşamak üzerinden, bir olur, birden fazla insanın hikayesinde.  Farklılıktan uyum değildir sevmek hali. Aşk, birinin abuk subuk taraflarını da sevebilmektir; içselleştirmek değil. Hülasa aşk, plastikarme bir şiirsellikle birbiri içinde olmak da değildir. O yüzden evvela şu derin yanlış redakte edilmelidir. Öykünmenin, takdir etmenin yeri yoktur bu öyküde. İnsanın kendinde yoksun gördüğünü bir başkasında bulması aşk değil, travmadır. Hatıratım der ki, hiçkimsenin ama hiçbir zaman ve hiçbir şekilde canını yakamayacağından emin bir kadın vardı. Sevildi mevsimler boyu. Terk edildi bir gün. O gün, o kadın, öldü. O günden beri o kadın kendine dair ne varsa paramparça etti. Şekli değişti, şemali değişti, kelamı değişti. O kadın, sahip olamadığını olmaya karar vermişti. Günümüzün çoğu aşkımtrak hikayesinin esası budur işte. Televizyon çağı çocukları. Hepimiz, sanki sürekli yetersizlik hissine sponsor bir dünya kafi değilmiş gibi, aslında iyi niyetli, ama hep ötelenen, oyuna bir türlü kabul edilmeyen, yalnız, ırak, gururlanacak pek az şeyi olduğu için yer geldiğinde (yani genellikle) ne kadar can yakabildiği ile gururlanan bir ülkede doğduk; bir türlü doğru düzgün büyüyemedik. Noksanlığı vurulmuştur yüzüne çoğu iyi niyetin buralarda. Kaçış, kendi'den büyük ve daha değerli bir eş içinde kaybolma özlemi biraz da bundandır. Ontolojik ya da pornografik arzuları, daha önce binlerce kez eskitilmiş cümlelerle kaplayıp, rüzgarda bilinçli savrulmaya aşk deniyor bu yüzden. Tüm bunlar olurken, akıl, fikre ve bedene durmasını emreder gerçek aşkın karşısında. Bir jenerasyonun kalben kompleksli ya da aklen menapoz olmasının sebebi de neticesi de aynıdır.

Okur yazar, tahsilli ve yalnız bir birey olmanın boktan yanı yani, şu saatte uykuyu bünyeye çok görmektir. Epeyce bir miktar da kırılganlık elbette. Kalbin eşref saati geldi ya, neşteri çekmek de aklın görevidir; ne kadar hızlı, o kadar sıcak. Öldürgen zamanlar bunlar. Aşk ise örgütlenmektir en sade ve metaforel anlamı ile. Bu açıdan bakılacak olursa, ne çok 'aşk' hikayesi Türk solunun veham belleğine benzer.
top