Perşembe, Kasım 08, 2007

Birey Hali Üzerine Müzikal Masturbasyon

Hayatın süresince on binlerce şarkı işitirsin, bunlardan binlercesi hoşuna gider, bunlardan yüzlercesi hakikaten hoşuna hepsini ezberleyecek hale gelene kadar gider, bunlardan onlarcası diğerlerinden ayrı olur ve üzerinden ne yıllar, insanlar, olaylar geçse bile değerini yitirmez. Şayet müzik yaşamın soundtrack'i ise onlar senin triple-cd koleksyonun olur. İşte o onlarcadan birkaçı senin için özel ve değerli olmanın son raddesine ulaşır. Çok değil en fazla 15 tane falan olurlar. Ancak bunlar gerçekten zihninde en derin izleri bırakanlardır. Belki çok bilinen şarkılar da yer alır bu grup içinde, belki de bir albümden kimselerin hatırlamadığı altıncı şarkı da. Bunlar seni tam olarak tanımlayan, seni en fazla hüzünlendiren, en fazla neşelendiren, en fazla dalyana getiren, en önemlisi de ne olursa olsun sana kendini yalnız hissettirmeyen şarkılardır. Artık o şarkılar sana, yalnızca sana aittir. Evvela şu noktaya kadar daha iyisini bulamadığımdan kullandığım reklamcı üslubundan ve bir takım İngilizce terimlerden ötürü özür dileyerek bu yazıyı "o şarkılardan birine" ithaf ediyorum. Tender.

Epeyce geç hatta bir arkadaşım vasıta ile tanıştığım bir şarkıydı bu. Aslında ben de bu gecikmeye katkı sağlamıştım. MSN Messenger'ı adeta delirmiş bir dosya paylaşım ağı gibi kullandığım zamanlarda ne olduğunu hatırlamadığım bir sebepten edindirilmiştim bu şarkıyı. Sanırım iki ay kadar bir zaman sonra ilk defa dinlediğim sefer olmuştu. Yumuşak, 19. yüzyıl sonlarında geçen Amerikan Batısı filmlerini andıran bir gitar melodisi ile açılıyordu. Halihazırda eski kayıt fetişisti olan benim için etkilenmemek gibi bir opsiyon yoktu. Arkasından gelen melodi ile iyice ısınagelmişken modern müzik dünyasında yaratıcılık anlamında takdir edilesi birkaç adamdan biri olan Damon Albarn'ın o güne kadar (ve halen daha) bir şarkıya verebildiği en güzel vokal performansı başladı. "Tender is the night, lying by your side" derken. İşte o andan şarkının sonuna kadar geçen ilk dinleyişim tek kelime ile özetini çakıyorum büyüleyiciydi. Tender, basitçe "brit-rock şarkısı" denilmesini 445 kere ayıp oldurucak kadar açılımlı ve arzulu bir şarkıydı. Müzik, ritim, sözler ve yarattıkları ahenk beni oturduğum yerden kaldırıp yerden yüzlerce metre yukarıya, ılık bir yaz gecesinde bulutların arasına çıkartıp tarifsiz derecede mutlu ederken aynı zamanda yukarıdan baktığım hayatıma tüm realizmi ile şahit olmama sebep oluyor ve adeta o mesafeden bana k.ç kadar gelen odamdaki duvarlara yılmadan çarpıyordu beni. Tuhaf bir hissiyat yaratıyordu bu müzik bende. Mutlu olmak istiyor ama bunu yapmaya vicdan bulamıyor gibi hissediyordum. Hayatta kaybettiğim ne varsa hepsini bir bir hatırlıyor, her birinde ağlamaklı hallerle kendime ve evde alkol olmamasına küfrediyordum. Yapayalnızlığı en dipten hissettiğim anlardan biriydi o ve ben, yalnızca geçir gidenlere bakakalan bir kaybetmişten beter durumda, bir kabullenmiş durumunda, kalmıştım. Buydu işte müzik diye tanımlanacak şey. Ne hayvani bir teknik, ne de saniyede 22 nota basımı. Bu kendini Pink Floyd ile sarhoş edenlerin gayet iyi bildiği bir şeydi; his. Üstelik belli bir tane de değil. İnsanı mutluluk, keder, pişmanlık ve şükür arasında paramparça eden bir karışıklık. Şarkıda da "Lord I need to find, someone who can heal my mind" diyordu. Zaten bu bana karşılık gelen birkaç cümleden biriydi. Hala inatla söylemek zorunda kaldığım bir isyanı anlatan. Aynı zamanda "Come on, come on, come on, get through it" de diyordu ama ne fayda.

Ama önemli olan bunlar değildi. Ben bu şarkıya karşı önlenemez bir aitlik duygusu taşıyordum. Daha doğrusu bu karşılıklıydı. Tamam belki paramparça ve hüzne yakındım ama yalnız değildim, gerçekten de bu çalan şey yanımdaydı. Tamamiyle bana aitti. Sanki benden başka hiçkimsenin bunlara hissederek bu şarkıyı dinlemesine tahammül edemeyecekmişim gibi geliyordu. Benimdi diyorum ya işte. Tıpkı Money For Nothing, Lithium, Strange Transmissions, Passive, You Get What You Give gibi. Çünkü hayatta karşılaştığım her çeşit b.ktan duruma uyabiliyordu. Bir zamanlar "Lord I need to find, someone who can heal my mind" lafı beni en çok üzendi şimdiyse "tender is my heart for screwing up my life" bunu devraldı. Aslında bunun dev bir ironinın parçası olduğuna dair paranoyalar da kurmuyor da değilim, tıpkı bütün bunlara bir son vermeyi düşünüyor olmam gibi. Her neyse.

Tender harkulade bir şarkıdır. Biraz tezat olacak şekilde aşağıda paylaşmak maksadı ile linkini koydum. Dinleyin, dinletin diye. Bana ait olmayan her durumda istediği rolü istediği kadar "yaffs çok süprr bi şarkı ylldım sana=))" alsın benim için ifade ettikleri herhalde bir ömür aynı kalacaktır.

"Oh my baby, oh my baby, oh why, oh my.."
[MP3] Blur - Tender

1 yorum:

  1. "önlenemez bir aitlik dugusu" derken... dün gece bana da gelen o duygu.. biraz daha acıklı biraz daha ağlak bir tesir bıraktı sanki üstümde.. dün gece tom waitd loopta defalarca "the air is wet with sound" derken.. hava eksi bilmemne.. içim eksi bilmemne.. durduramadım.. duraklatamadım bie şarkıyı.. yakınlığım ve uzaklığım geldi aklıma.. şimdi daha neler yazardım.. bloga yazdım bir iki satır.. adamın sesi parmaklarımı uyuşturdu yazamadım.. "yapayalnızlık" gidemedi benden gün boyunca.. tüm o eğlenceye rağmen.. virgül..

    YanıtlaSil

top