Salı, Aralık 13, 2011

Yanarken Su Bile

Senin ihanet ettiğin zamandı. Belki diye bir kelime vardı; var olan ve kuşkusuz can yakmış, şüpheye yer yok ki seni, sevmekten men etmiş beni, bir takım zaman dilimlerini ardında kül bile bırakmayacak kadar yakacak bir kelimeydi belki. Bir kelime, bütün henüz yaşanmamışlıkları bile delilik kadar güzel eyleyecekti. Belki, belki kurtaracaktı çaresizliğimizin gereğinden geniş zaman dakikalarını. Belki de, belki bizi kurtaracaktı. Belki, inandıracaktı inanılmaz zamanların yaklaştığını, denizin ufka harman olduğu yerden görünen yağmur bulutlarının gelişi gibi. Aslolan, toprağın gelecek yağmurun şölenine hazırlığıydı. Bütün çiçekler, damlalara küskün gibi görünüp aslında çok kapalı o hava durumuna inat en parlak renklerine bürünecekti. Ki bütün çiçekler ve bütün renkler senden ibaretti. Bense yalnızca fırtınanın evveli sükunete ev sahipliği yapan bir dingin-gibisi deniz olacaktım. Yağmuru yağdıran bensem de, tevazu edip karşında susacak, susacak ve toprağı olacaktım; denizlikte bile yağmurun toprağı olmaya gayret, densizlik diye anlaşılmasın diye. Belki, belki seni bile kurtaracaktı, senden. Bulutlar sırf yağıyor ve bu sefer ağlamıyor olsa da sen gülecektin, güneş doğacaktı yeniden. Belki. Belki, sırf yazdan kalma diyeydi bu yorgunluğu doğanın bahşeder halleri. Belki bir taşlardan hallice kıyıda buluşacaktık; bulacaktık sonunda birbirimizi. Yağmur geliyordu, düş destur dinlemeden yağacaktı. Toprak neyi müjdeleyecekse ona inancı vardı. Ama yağmur inanmıştı. Belki yağmur bile inanmıştı çoraklığa inadının tutacağına. Ve biliyor musun, yağmur bir gece yağacaktı? Sırf çok burnu kalkık görünmeyeyim diye, tanrıların yanıbaşı kot farklarından geliyor olsa bile. Yine de yağmur yağacaktı. Yine de çiçekler en parlak renklerini takacaktı yapraklarına. Kurumaktaki bir ağaç bile dal yaprak yalnızlıkta kalmayacaktı o gece. Gece olmuş olacaktı. Çaresizliğin gereğinden geniş zaman dakikalarında. Çitler olacaktı belki de, kıyının ucunda. Gelişini kutlayacaklardı, çatırdamaya, büyümeye çok hevesli çocuklar gibi. Çimenler bile ilk defa küfretmiyor olacaktı üzerilerine basan yüreği fazla ağır yolcuya. Ki denizlilik misafirlik değildir, ne kadar çorak olursa olsun toprağın kendisi. Gece bitkileri bile korkmayacaktı; bizim ilk defa sanatsal sancılarımızı yenip onlardan korkmamamız gibi. Ve ilk defa, 'sadece bunun için' dememek bir keyif olacaktı. Gerçek olacaktı hepsi. Şiirler yetmeyecekti, ne natürmort, ne kalbi şahanesi sahneye. Belki, belki de ilk defa bir cenaze-i yaptırım olmayacaktı kalbin sicilinde. Sivil ve yakışıksız, aksak ve kirli, delilik ve dahiyane bir fikir olacaktı aşk; çimlerin üzerinde, gece bit bitkilerinin yanında, denizin kıyısında, bir gece vakti olur, yağmuru beklerken. İki yürek bile yetmezken dört koldan sarılmaya; bu denli doğa mucizesi yalan olamazdı ya. Değil miydi? Ama? Ya..

Çiçekler bekliyordu. Gece bitkileri yorgun, bitkin, umutsuz gibi ama heyecanbazdı. Çimenler ilk defa küfretmiyordu. Çitler oralı değil olmaya çalışırken nasıl da mizah unsuruydu. Deniz dingin ve hazırdı; toprak en kızıl renklerine bürüyordu, çiçeklerin hazırlığının esnasında. Bir yağmur bekleniyordu. Yağmadı, yağmayacak. Sen, her günün sonbaharında özleniyordun gibiydi. Sonra hepimiz beraber gökyüzüne baktık, bir falez hizasından. Yağmur yağacaktı; öyle söylenmişti hepimize..

Hepimize çok geç fark ettirdi kirli ve mantıklı ve haklı gerçeklik kendini. Senin ihanet ettiğin bir zamanmış. Belki'ye. Ve hepimize.

Sen bizimle, hepimizle, aynı gökyüzüne bakmıyordun ki.

Salı, Eylül 06, 2011

Aşk-ı Güzaf

İşbu devrik bu irisi, ilk defa yazanının kendisi ile ilgili olamayan bir şey yazma örneğidir. Bir nevi mikrososyal yergi maksatlı.

Raflara dizilmişiz
Hepimizin ego ambalajı parıldıyor
Dev bir maske ambarı içindeyiz
Harikuladeyiz
Hemen her konuda
İki yaprak sayfa edemeyen akıllarımız
Ve iki yaprak kadar bile olmayan
Natürmort çirkinliğimizle
İnat ve reddiye içinde
Hemen piriyiz
Hemen her konunun
Özellikle aşkın
Özellikle anlaşılamamanın

Raflardayız evsiz
Dünya kocaman bir insan marketi
Şarküteri sevdalar derdine
Parıldayan yalanlar söyleniyor
Ürolojik devalüasyonlar içinde

Raflarda dizili insanlar
Sevimsiz bir sevmek arayışı var
Sanki ve daima
Herkesin ortak fiili
Romantizm katilliği

Biz çok büyüğüz
Çok güçlüyüz
Çok gururlu ve çok hüzünlüyüz
Hemen her konuyu anlarmış gibi yapıp
Raflardan bekliyoruz
Çocuklar gibi saf bir sevgiyi
Güçlü olmak meziyet
Ödülü çocuk muamelesi görmek

Hele ki konu aşksa
Bizden daha alimi yok koca dünyada
Nasıl da zavallı bir kılıf bulmuşuz yaşamaya
Sevmekten bile fazla
Anlaşılamamakla gururlanırken
Yani oyunun herkes farkında
Artık kimse hiç kimseyi
Toprağın çiçeği sevdigi gibi
Sevmeyecek nasılsa
Mağrur ama mağduruz bu yolda
Her zaman ve her durumda
Hani herkes çok sevmiş
Ama çok yanlış birileri sevmiş de
Kalbi delik deşik edilmiştir ya
İşte o an yalanlarımız en büyüğünü söylüyoruz
Aşka inanmıyorum!
Aşk yoktur
Varsa yoksa delice bir aptallıktır!
Derken aslında
Yine bir yerlerden biri çıkagelsin de
Çıkarıversin bizi bu dipsizlikten diye
Umaradım ve avaz avaz
Susuyoruz
Aşk da aşıklık da ve aşktan canı yanmışlık da
Rafa konulmuş benliğimizin
Kendini satabilmesi için söyleniyor
Yalnızca olabilmek için
Yeniden birinin
Yeniden yenilmenin

İçinde aşk olmayan bir müddete yaşamak denebilir mi sanki
Süre, bir ömür kadar uzun metraj olsa bile
Herkes mağdur, herkes mağrur
Herkes muğlak, herkes mağlum

O zaman gecenin kör ve karanlık ve anonim şu saatinde
Biri cevap versin şu cevabını çok merak ettiğime
Bir beden
İçine girilecek ya da içine alınacak
Bir et için mi
Bu kadar çok sevda yalanı söylemek
Yoksa yalnızca yalnız kalmamak için mi
Gerçek fahişeliktir?

Pazartesi, Eylül 05, 2011

Rengareddiye


Aşk siyah ve beyazdır.

Aşk siyah ya da beyazdır. Aşk yalnıza siyahtır ya da yalnızca beyazdır.

Aşk ancak siyahtır. Kapkara bir sevdadır. Gece ve gündüzü kör edecek kadar. Her günahı affedecek kadar kör, her hatayı unutacak kadar kararlı ve diğer bütün güzellikleri reddecek kadar inançlı. Öylesine bir siyahtır ki geceyi aydınlatır. Öyle siyahtır ki sevene sevdiğinden başka kimseyi göstermez. Aşk siyahtır, inattır, kör kuytularda olmaktır. Aşk, kapkara bir sevdadır.

Aşk ancak beyazdır. Ölüm kadar soğuk bir nefret. Ancak katıksız bir kinin alabileceği kadar beyaz, ateşin en sıcak hali gibi. Aşk, sevdiğinden öldürmeye yetecek kadar nefret edebilecek raddede beyazdır. Bütün sesleri susturacak kadar gürültülü bir sessizlik. Her yeni geceye yeni ve kelimelerin kanla yazılacağı sayfalarla başlatacak, bembeyaz. Ufuğu olmayan bir buz çölü gibi. Sessiz, öfkeli ve gururlu. Aşk, beyazken, seven sevilenden başkasını görmez, sevilenden başka her şeyi görürken. Aşk, öldüresiye bir nefret kadar beyaz.

Ve eğer bir aşk siyah ya da beyaz değilse artık o aşk olamayacaktır. Gurur mübadelesi, ego mücadelesi ve ya esas derdi aşkın kendisi olmayan herhangi bir insanlık hikayesi. Gri olamaz bir aşk. Süremez hem nefret hem sevda. Haklılığın da mutluluğun da salt aşkın içinde esamesi yoktur. Aşk, aşktan ötürü ve aşktan ziyadedir.

Aşk siyah ya da beyazdır. Bunun dışında adına aşk denilme ayıbı edilmiş diğer her şey ise yalnızca birbirinden lacivert.

Perşembe, Şubat 10, 2011

Geçmiş Zaman


İşbu yazılanlar, bazı defterlerin, bazı sayfalarından rastgele seçilmiş olup, yazanını keder zengini yapmaktan başka herhangi bir maksat taşımamaktadır.

"Bazen bir ses yeter
Kaçak yaraları tekrar açmaya
Onun olması gerekmez
Müziğin neşeli olması fark etmez
Tanıdık bir ses olsun yeter
Hemen de başlar
Duyuların, duygularınla kooperatif
Seni ardından bıçaklamaya

Bir koku duyarsın gayipten
Sonra bir çift gülen göz
Ki onlar sana muhtemelen
Tarifi sayfalarca bir kin kusuyordur

Yalnızlığın başı ve sonu katlanılır da
Gelişmesi içine koca bir ağaç diker
Ve büyürken
Kökleriyle canını söker
Sana açan yaprakların güzelliğini dikizlemek kalır
Can yakar ama bu güzellik
Her yaprakta onu görürsün
Birer birer

Fazla güzeldir hep
Fazla özlersin hep
Sonra düşünürsün

Sen onu artık
Ancak serbest çağrıştığı anlarda
Haddinden güzel bir imge olarak görebiliyorsundur
Kim bilir hangi godoş şimdi
Hatta belki de tam şu anda
O ağacın dibine uzanmış
Onun olmanın paha biçilmezliğinden mütevellit
Herhangi bir şeyler söyleyip
Şair muamelesi görüyordur
Diye sormaya gör sen
Ama sormuşsundur çoktan
Halefini merak eder erkek cinsi
Bok sürdürmediğin egon
İtin götüne ring servisi yapadursun
Toparlarsın kendini
Ağaç yok olur
Yerine çok ülser bir boşluk gelir
Biraz da gözlerine sigara dumanı
Özlersin
Bazen çok fazla özlersin
Bazen hatta
Şimdi çağırsa beni
Kollarına koşsam, dersin
Sonra müzik susar
Sen gönlünün acısını eline vuruyorsundur
Aslında güzel olabilirdi desen de
Di'li geçmişe çare yoktur
Ki sen çoktan beri
Artık istenmez zamanların
Lezzetsiz bir anısı olmuşsundur
O bunları okusa keşke dersin
Sebebi yoktur, zannedersin
Ama vardır
Sebep, seni en iyi tanımasını istediğine
Kendini sorabilmeyi istemektir
Kağıt bitmiştir
Kelimeler susmaya başlar
Bir nefes daha çekersin sigarandan
Gecenin ortasında
Güneş bile kül olur
Gözlerin dolar
Ve aşkın tek taraflı feshedilir."

17.09.2010
Ankara


"Siz yokken, her şeyin tek bir sıfatı var, her şey sizsiz. Bırakalım bu, sen denilmesi gereken çok güzele siz demek idari başkent resmiyetini. Size sadece sen diyelim. Karşımıza alıp seni, seviyorum, diyelim. Bizi, bizlikten kurtarıp ben yapsan. Bak hazır senin sayende var oluyorum ben. Varlığım, armağanlığını geçtim, varlığınızdandır hanımefendi. Sen gelmeyeceksen, size de razıyız. Alkol sizden razı olsun. Gene defterine veresiye bir aşk gönlün. Sensizken, sevmek, ha veresiye ha hiçesiye, ne fark eder. Sen, siz yoksunuz esasında. Yalnızım ben. Ama yanlış anlamayınız, sizi suçlamıyorum. Daha tam olarak tanışamadık bile. Ama oradasınız biliyorum. Tanısam daha bile çok severdim sanırım sizi. Yine de birbirimizleri kandırmayalım. Sizinle hem tanışıklığım, hem tanışabilme ihtimalim hem de ilişkim yok denecek kadar yok."

24.09.2010
Ankara

Pazartesi, Ocak 17, 2011

Günün Özetleri



Bir

Yaman bir acı var içimi boydan ene saran. Müziğe, seyre dalınan sanata eğlence derler Kapıkule ardı ülkelerde. Eh, tabii. Adamların genel kültüründe hicaz yok örnekse. Eğlenmek için miydi ki sanat? Tanımlarla derdim var benim bu akşam. Mesela, kafa dağıtmak deriz biz. Kafa dağıtmak, var olan stresi atmak anlamında kullanılır bizde. Oysa ben grameradım gidiyorum bu akşam ve kafamı gerçekten dağıtıyorum. Toplu durunca bir boka yaradığını görmedim henüz. Dağıttım kafayı ve hatta darma dağın ettim, paramparça oldu. Çok da güzel değilse de eskisinden daha iyi oldu. En azından, belki artık şimdi inanılır yaralı olduğu. Kafayı fikren dağıtmama gerek yoktu. Hali hazırda o süreç zaten tamamlanageliyordu. En nihayetinde aşk bu. Mantığı, doğrusu, düsturu olmaz ki. Çünkü aşk mantıklı değildir hocam. Bu sanılmasın aşkı kötülemek adına. Bilakis. Aşk iyi ki mantıksız, iyi ki kontrolsüz, iyi ki bu kadar akıl dışı. Mantıklı sebepler denen şeyden iyi ki bu kadar uzak ki sevmeye kılıf bulmaya gerek kalmıyor; şevişmede mecburen olsa da. Bütün mantıklı sebeplerimi unuttum. Bütün aklımı yitirdim ve ben, deliler gibi sevdim. Mutlu etmek gibi insan üstü bir görev de yüklemedim kendime. Sade sevdim. Gel dedim, gel, mutsuz da olalım. Yani bütün insanlar gibi bazen mutlu, bazen mutsuz ama birlikte olalım. Gelmedi. Dedim ki, sen gelmezsen çorak kalır, yıllarca nadas kurtarmaz bu yüreği. Gelmedi. İnat ettim ki, yapabiliriz, sen ve ben yapamayız ama biz olunca hallolur her her bir korkunun altındaki sebebi yok etmek. Gelmedi. Oysa bir gelseydi. Kötü bir niyetim de yoktu. Yalnızca seyredalacaktım onu. Yani, benim bildiğim en güzel manzarayı. Ama gelmedi işte. Sanat demiştim hani. Bana artık her şarkı hicaz. Ve şarkının herhangi bir dakikası, her şeye ancak seyirci kalabilecek kalbim, çıldır bakalım kendi başına. Pilli Bebek çalıyor mesela. Eğlenti olacaktı değil mi? İcabında bu müzik de hicaz olur, yürek yakar. Behzat Ç. mesela, o da eğlenmek içindi hani? Polisiyenin, polisle alakasını izleyen kimmiş! Orada da yürek yaraları var pek kanayan. Bağlandık, kurulduk ekranın karşısına kalbimizin kadını oynadığı bu pornoyu izliyoruz işte. Ve alkol eşliğinde. Rakı kadehinde bira ile. Ne yapalım hocam, para yok ki rakının kendisine hak ettiği muameleyi çekmeye. Alkolik olmak bir tercih şansı değil ki. Mantıklı sebepleri vardı hep o karşı tarafların. Ben, sen, biz daha ne kadar aşk mantık işi değildir diye gitsek nereye kadar ki? Karşı taraflar hiç aşık olmadı ki. Mantıklı sebepler vardı. Oysa bende azıcık bile akıl kalmamıştı. Bir hayalim vardı, kalbimdeki halklara dair, yani sana. Olmadı. Gelmedin. İçince her yerde deniz var, sözü çoğrafi acıları dindiriyordu belki. Ama içince sen yoksun diye içmekten vazcayacağım zannedilmesin. Sızana kadar aşk acısı çekmeye devam. Sonra bir gün daha ve bir gün daha ve bir gün daha. Bu günler ya seni getirecek ya beni siroz edecek ya da seni unutturacak. Sonuncu seçenek hakkında hiçfikir olduğumuza göre içmeye, Pilli Bebek'e ve Behzat Ç.'ye devam. Sen eğlenmene bak. Nasılsa, "ah neşesi yeter".

İki

Bomboş bir zihin, bombok bir kalp ve tarifi imkanlar dışı bir ruh hali, ruh halimin halet-i ruhiyesini anlatır. Bir sana anlatır ama gel ve görmemeyi tercih et ki sana ulaşmaz. Ben demiştim sana, artık ne anlatırsam sana anlatırım ama sen orada olmazsın, bilsen bile oralı bile olmazsın diye. Oralılık diye bir şey var. Ben senin yanınlı olmayı isterdim mesela. Düşünsene bir kere. Dünyanın en güzel ülkesidir, senin yanın. Düşün bir, ben ki dünyanın en güzel yeriliyim, hem de şüphesiz. Şahsi egom da değil. Mustafa Kemal öyle demiş. Şu gün yaşadığımız bütün bu über-sünni kabine zamanlarda bile bir değeri olmalı değil mi bu sözün ve sözü edenin. Senin yanınlı olmak kimliğime gururla yazacağım bir hane olurdu. Beklentim de çok olmazdı. Senin yanın ülkesinde bir hane, bir göz odam olsaydı. O odada da sen olsaydın. Cidden bak istediğim bu. İstediğim çok değil, diyemem. Nihayetinde istediğim sensin. Ve o ülkede hem sarhoş hem halvet olmak özgür aklın hakkı olurdu. Hesabı tutulan fiziki tatminlerde olmazdı. Beni bilirsin. Ben saçlarını okşarken bile tatmin olurum. Ama bu bir gereğinden fazla sevmenin gereğinden erken boşalmasına metaforik bir kılıf değil, varsa yoksa seni nasıl da çok sevdiğime dair yapılmış başarısız bir benzetme.
top