Pazartesi, Mart 26, 2012

Krank Hali

Akşamı gündüzden kararmış, kalbi fikrine gömülemeyen, düşünceleri nikotine dirayetsiz bir zamandı. Çekincel bir incelikle dokumaya çalışıyordum aklımdan dökülecekleri. Vazoyu yanlışlıkla kırmış ve annesi karşısındaki ifadesiz durmaya çalışan çocuğun, devrisi yaşlarda çok promilliyken yine annesi tarafından gelen bir telefonu yanıtlamadan önceki endişeli haliydim. Ki bilinir, içmek cesaretin yelkenlerini suya indirir. Oysa ben korkuyordum. O kadar çok içmiştim işte; miktarı mühim değil. Dilimin dolanmasından, söyleyeceklerimin ustaca işlenememiş dolanlar olarak anlaşılacak olmasından ürküyordum. Bir derdim vardı, belli ki anlatmadan edemeyeceğim; zaten dert olmadan içilse kahkahalar yankılanırdı şimdi beton gibi bir tıkanmanın olduğu yerde. Ben bunların hepsini hatırlayacak, hatırlayınca utanacak ama yine de yazacaktım. Ben, korkuyordum hatırlayacaklarımdan çünkü ağzım Sibirya bir ilham kokuyordu. Ve insanlar yalanları sponsoru olarak biliyorlardı alkolü. Ben gerçeği bile toparlayamacak kadar sarhoş ve birkaç saat sonra yakinen incelemek zorunda kalacağım fayanslar kadar sahiydim o esnada. Konuşmak istiyordum. Hiçbir sözü yalana banıp dolandırmadan, sade konuşmak istiyordum. Belki bütün çekincelerim hakkında haklı çıkacaktım ve yine, alışkın olduğum gibi, haklılık mutluluğa öncül olmayacaktı ama konuşmalıydım. Çünkü daha, “yoruldum” demenin düpedüz şımarıklık olacağı bir yaştaydım; benim o mavi limana çıkmam gerekiyordu.

Lafı uzatmamak gerekirse: hepimiz (tuhaf ve bir şekilde) yalnızlığın fetişine ironik bir biçimde tav olma durumundan vazgeçmek istemiyoruz. Sonra, hatırlıyorum, sınıfta bir kız vardı. Bir tane ve on dokuz tane daha, ama işte onlar işin dahasıydı; esas oğlan belli olmasa mevzu bildiğin masal olurdu. Ama öyle ben senin bildiğin masallardan olmazdık. (O kadar yüzyıl önce nereden buldularsa gymnasyumu. Bilmem. Ama Sindirella’nın, adı Mesut olan, ve yakın arkadaş çevresince kısaca Meso diye anılan epey steroidtipik biçimde saçları dökülmüş, bir body-building hocasıyla çalışan bir erkek arkadaşı olsa bence kalan on dokuz şaşırmak yerine imrenirdi. İmren diye isim bile var neticede. Sonra bu masallarda hep mutlu son vardır. Hiçbir masal menapoza kadar sürmüyor netekimde.) Ben bir masal yazacaktım ama divit ucum fazla kalın kaldı. Hadi dedim, masal değil de dümdüz şiir yazayım. Bu sefer de o kadar anlaşılır kaldı ki yazdıklarım, Tarlabaşı yokuşunu tırmanıp Pera’ya varamadı. Bence kaldırım taşlarının altında kumsal var oğlum. Tek kale maç da yaparız hem. Yenilmenliklerin alayı alnımıza yazılır. Hadi bana estağfurullah.

Lafı uzatmamak gerekirse: Size yalan söyleyemeyecek kadar alkollü olan insanlara izin verin; anlattıkları içmekten değil, içlerinden gelenlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

top