Salı, Mayıs 29, 2007
Olan Biten 2
- Cem Özkan'ın Dön Bana'sı hala çok güzel, hala çok sert..
- Anladım ki Cuma hayatımda her daim en sevdiğim gün olacak. Tıpkı Salı'nın en sevmediğim gün olması gibi.
- "Komple, komple, komple tikiyiz" dizesine sanıyorum bu blogu okuyacak kadar Türkçe televizyon kanallarıyla ilişkisi olan herkes tanık olmuştur. Özellikle Daddy Yankee'nin herbiri birbirinden aynı şarkılarının bir kopyası olduğundan (belki sample olarak almışlardır dicem ama yuh artık) ve nakaratta geçen o "komple tikiyiz" lafından dolayı kısa süreli bir bilinç kaybı yaşadım. "Bir insan evladı neden komple tikiyiz diye şarkı yapar?" Sonradan öğrendim ki şarkıyı söyleyen 90'lar Türk popunun bir çocukluk imajı olarak aklımda bıraktığı Burak Kut'muş. Nedense birden o kadar sert bakamamaya başladım şarkıya. Sonuçta Burak Kut olsun, Kumdan Kaleler olsun yada Grup Vitamin olsun bunlar insanın hafızasında çok çok önceden yer etmiş şeyler. Tabi bu hoşuma gitti demek değil, pek şükür. Bu arada sözler Sezen Aksu'ya aitmiş. Sanırım o da artık "nasılsa popüler olsun diye yaptığım şarkılar tutuyor, gazla" diyip aldığı paraya bakmaktan kelli Komple, Çakkıdı gibi şarkılar yapıyor. Bu arada Kenan Doğulu gereksizinden bahsedince aklıma geldi şarkının klibi de "Shake it up Shekerim" den çalıntı. Bu arada bu son cümleyle 2.344.234'inci sırada olsa da Google'a "şeykitapşekerim" yazıldığında bu blog da çıkacak. Utancım büyük. Neyse. Tabi şarkıyi bir kere baştan dinleyince herkesin yaşadığı "aslında yerme anlamı var burda" yanılmasını bende yaşadım. Yok öyle bir şey! Böyle de şarkı olmaz? Olur mu? Bu nakarat her yerde okunur mu? Buraya kadarlara bir bakarak, tekrar o aynı aptal nakarat (Gökhan Semiz'e selam olsun). "Komple, komple, komple s.kiğiz"
- Uzunca bir müddet "yok abi işim olmaz benim öyle şeylerle" dedikten sonra bugün "başlarım lan" diyip hayatımın ilk iddaa kuponunu yatırdım. Konuda prof. olmuş bir arkadaşın yardımıyla 5 maçlık, "iyidir bu iyi" bir kupon yaptım. Şu anda kaybettiğim para 2 YTL'dir. Ama tutarsa bunun katlarını alacakmışım. Hadi bakalım. İlk seferden kazanırsam fena sarabilirim bu işe. Baya baya paranın .mına koymuş arkadaşlarım da var bu yolla. Belki en sonunda 80 milyon kazanana kadar 100 milyon kaybeden ve bundan mutlu olan psikopatlara benzeyebilirim. Yada yok lan, benzemem herhalde..
- En sakin tabirle "HAYATIMIN GRUBU ULAN!!!" olarak tanımladığım Nirvana'nın kültleşen MTV Unplugged in NY konserinin tamamı yokmuş bende. Farkettiğim an kendime 8-10 saat işkence etme kararı alıp konserin tamamını indirdim o arada. Ama bağlantı hızlı olduğu için işkence kısa sürdü. Çok uzun zamandır dinlemediğim Lake of Fire ve Oh Me coverlarına bir kez daha aşık oldum. Bir de üzerine oky'nin yazısı denk geldi. Bir kere kez taptım Kurt Cobain'e.
- Görsel sanatlar içerisinde aktif olarak yapmaktan en fazla keyif duyduğum olmasına rağmen fotoraf konusunda bir eksikliğim var. Dijital bir fotoraf makinesi. Halihazırda sahip olduğum baya taş eski Canon'um film parası bazında beni bertaraf ettiği için artık şart oldu yeni bir şey almak. Aklıma onlarca şey geliyor onunla yapacak. Mesela bir fotoblog açmak. Galiba tek sorun benim verecek 300 milyonumun olmaması. Gözü kör olsun tabi. Belki iddaa'dan kazanacağım parayla alırım :P
- Best Stuff in the World! diye bir site buldum geçenlerde. Last.fm potansiyeli gördüm :P Cidden hoş bir fikir ve daha hoş bir tasarım. Bir gezin, görün derim.
- Rezil insanlardan tek nefret eden ben değilim. Şu anda en çok nefret eden de ben değilimdir herhalde. Her halükarda rezil insanlardan değil onlardan nefret edenlerdenim. Yeterince mutluluk verici.
- Böyle çok isteyerek aldığım şeyler zamanla eskiyince aşırı moralim bozuluyor. Cidden melanlolik ruh hallerine giriyorum. Mesela 4-5 hafa önce yine böyle bir asitli istekle aldığım ve an itibariyle de üzerimde olan Pink Floyd t-shirtüm. Kumaşı çok az da olsa eskimeye başladı. Nasıl üzülüyorum ya! Anlatamam resmen. Şayet bunu dert etmiyecek bir algıya sahip olacak kadar param olsaydı umrumda olmazdı. Olsun. Ben parasal zenginliğin yarattığı yüzeyselliği hiç yaşamamış olmaktan memnunmum. Yeterince mutluluk verici.
- Geçenlerde taa orta okulda tuttuğum günlüklere şöyle bir göz gezdiriyordum ki bütün orta sonda aynı şeyi yazdığımı/aynı şeyi yaşadığımı hatırladım yine. Düşündüm, "ulan platonik aşkların tek yaptığı zaman piç edimi midir?". Öyle. Yapacak bir şey yok..
- MSN veya diğer mesajlaşma yolları sayesinde tanıştığım insanlarla gerçek hayatta da sanal ortamda da gayet güzel iletişim kurabiliyorum ama bu önceden normal hayattan tanıdığım insanlarla sanal ortamda iletişim kurmaya gelince pek olamıyorum. Neden bilmiyorum. Belki samimiyet seviyesi alışılan kadar olmadığından belki de sadece yazmaya üşenmekten.
- South Park: Uncut filminden "Kyle's Mom is a Bitch" ve "Uncle Fucker" her daim beni en fazla rahatan şarkılardan olacak. Bir de onlar kadar olmasa da aynı türden Avenue Q'nun "The internet is for porn" u.
Pazar, Mayıs 27, 2007
Yarı Akustik Pazar Iraksanımı

Hayatta karşı gelinemez kararsızlıklara itildiğimiz binlerce yol var gibi geliyor. Belki daha acısı gerçekten öyle olduğudur. Sürekli, çoğu zaman nedeni unutulan bir arayış. Sonu belli olmadan çılgınca sürdürülen bir yolculuk gibi. Sahip olunamayanların rahatsız edici düşleri. Kaç kere "acaba x yerine y olsaydı nasıl olurdu?" diye sormuşumdur kendi kendime acaba? Bunu merak edecek bile zaman olmuyor genellikle. Bu koşuşturma, sadistçe sürdürülmesi gereken bir post-modern yaşam mücadelesi. Hayır, kolay yılıyor değilim. Tek yaptığım bir saniye olsun durup etrafıma, olanlara bakmak. Bir saniye olsun dururken nefes almak. O kara mizahı andıran resme daha yukarıdan, daha aklıselim baktığımda gördüğüm şeyin beni daha mutlu bir insan yapmayacağını biliyordum. Ama bu kadar sert olacağını öngörememiştim. "Bak!" İnsanlar, sen de dahil gidiyorlar milyarlarca yöne. Aslında hepsi de aynı noktaya ulaşma gayreti gibi. Meta hazlar yegane sonuç olmuş. Dökülen her bir damla ter için. Sonuç, amaç, yol hepsi bir. Ihh, sanki kapitalist dünyayı henüz idrak etmiş birinin sözlerini anımsatıyor değil mi? Ben oraları geçeli baya oluyor. Artık kabullenmiş bir kimseyim. O anı yakalamak, işte o kadar değerli ki şu zaman sahip olduğum. Aklım bir daha olanak bulamamaktan endişe ettiği fikirlerini dökmek için bastırıyor. Aynı anda 3 şey yazmaya çalışmak gibi. Tıpkı öyle. Gerçi pek çoğu rutin sorgulamalarımdır. "Nereye?", "Neden?!", "Peki sonunda ne olacak?" gibi. İnsanın kendini ve yaşamı sorguladığı durumlar. Herkes yaşar, herkes de olur. Peki o zaman neden çok az kişi bunun sonunda gerçekten bir sonuca ulaşır? Ve ya benim bunlar neticesinde "Neden yaşıyoruz?" derinlemesine verdiğim "Mutlu olmak için!" cevabı yeterince açık mıdır? Gerçek olan mutluluk tanımının da artık neredeyse sırf meta şeylerden ibaret olduğu. Öyle buna karşı gelen "sistemin çarkları kahrolsun" diyen bir salak değilim. Farkındayım kendimi bu dünyadan soyutlamanın bana bir b.k kazandırmayacağını. O yüzden mesela ise etraflıca fiyatı olan bir şey kazanırsam mutlu olurum, çok mutlu olurum. Bazıları bunu kendine ihanet olarak algılıyor. Metasal algıyı idrak edebilmiş olmayı onu mutlak olarak reddetmek gereği zannediyorlar. Gülüyorum çoğu zaman, bir başka gurühtan daha kendimi uzaklaştırdığımı bilerek.
Yine de o gurühların bile önünde sevgiyle eğilirim. Çünkü onlar ve ben, biz bazılarıyız. Asıl büyük olan topluluk benim bu yazdıklarımı okuyunca "aa ne diyo lan bu" diyenlerdir çünkü. Hayatta ne kadar çok düşündüysem, ne kadar çok bildiysem o kadar "acısını" gördüm. Önceleri üzerdi beni bu durum. Komik! Artık sahip olduğum şeyin değerinin farkındayım ve ne kadar çok dışlanma/garipsenmeye sebep olursa olsun bunun iyi olduğunu biliyorum. Çünkü onların tuhaf bulduğu aslında olması gereken. Basite indirgemek halinde: onların yanlışları aslen doğru olanlardır. Hiç unutmam birkaç yıl evvel yaşama kıç yolunü oynamak üzere gelmiş bir kız benim bu formatta bir konuşmama kulak misafiri olup "ayy o kadar düşünmeye kafa mı dayanır yaa" demişti. ... .. Ulan gerizekalı, sen düşün diye var o beyin! Eskiden olsa eser gürler, sıçar sıvardım. Artık pek umursamıyorum, yıldım da denebilir. Bu örnekteki kız veya "bi felsefe yapma bilader" diyen erkek büyük ihtimalle kendi yüzeysel yaşayışlarını ölene dek sürdürecek. Onları daha iyi yapacak sabra sahip değilim ben. Yanlış bir anlaşma olmasın. İnsanların değişebilirliğine inancım sonsuz ama bunu yapacak ben değilim.
Bir de geleceğim garanti altında olsa bu yazıyı hemen burada mutlu, narsizmi tavan yapmış şekilde bitirebilirdim. Lakin değil. O sonunu bilemediğim yollardan biri daha var önümde. Trajik. Hayatta giydiğim bütün rolleri bir yana koyup tek bir şey olmam talep ediliyor, öğrenci. Kitaplarıyla, testleriyle, notlarıyla mümkünse düşünemeyen bir öğrenci. Az önce "bilmek lanetlenmektir" demeye getirdiğimde bunu da kastediyordum. Ya da onların dediği gibi geleceğime kastediyorum, düşünerek, merak ederek. Bundan vazgeçecek değilim. Zaman lazımdır olan bana. Hala da umarım bir gün kendime uyan o mecrayı bulacağım diye. O zamana kadar tek yapabileceğim kendimden çok kısıtlı bir miktarla yaşamımı sürdürmek. Zira insanlara fazlası cidden fazla geliyor. E, .mına koim ben o insanların o zaman. Gerçi sürekli söylüyorum bunu zaten. İyi bir insan kadar iyi bir şey yoksa kötü bir insan kadar da kötüsü olamaz. Bir insan hem iyi hem de donanımlıysa, işte o harkuladedir, aradığım kişidir. Şansılıyım hayatta çok abartılı sayılarda olmasa da böyle değerli insaları tanıma şansına eriştim. Pek çok şeye karşı dayanıklılık gösterebilmemin en belirgin sebepleri de onlardır. Bu yazıyı götürdüğümde üşenmeyip okuyacak olanlar. İyi ki varsınız lan.
Böyle işte genellemeli zaman olarak bakarsam kendime. Sıkılıkla düşünen, yalnız bir adam. Şu sıra oynadığım rol budur. Zamanla ne kadar yalnızlık getirir olursa olsun bununla mutlu olmayı öğreniyorum. Yani bir Pazar sabahı oturup da emprovize olarak bunu yazmak hoş bir şey gibi. Aslında bir b.k olmadığımı biliyorum birilerine kıyasla. Keşke onlar arasında eziliyor olsaydım diyorum bazen. "Çöplükte kral olmak" sadece oradan kurtulamayacak insanların yalanıdır. Mesela bir zamanlarki benim. Kararsızlıklar, arayışlar, yol, yolculuk. Bir an için durabilip o nefesi aldığımda yazdıklarımdı bunlar. "Başka bir yol mümkün" diyip sen ve kendim için dehşetengiz bir masala dahil olmak isterdim ama nein! Buradan sonra yapacağım yine o marathonda yanyana olduğum ama aslında tanımadığım insanlarla başım öne eğik koşturmak, binlerce kilometre ilerdeki çukura düşüp ölene kadar. Nasıl bilirdiniz? "Garip bilirdik.." Teşekkürler hayatımı boşa yaşamadığımı söylediğiniz için son iki kelimenizle, selametle canım..
[MP3] Green Day - Working Class Hero (Live)
Bugün bunu yazmama neden olmuş şarkı. Bir John Lennon cover'ı. Sadece şu sözler bile yeterli kompozisyonu tamamlaması açısından:
"they hurt you at home and they hit you at school
they hate you if you're clever and they despise a fool
till you're so fucking crazy you can't follow their rules"
Cumartesi, Mayıs 26, 2007
Cuma, Mayıs 25, 2007
Karayolları Genel Müdürü

Kafamın üstündeki tavan "ev", etrafımdaki yol ışıkları "evren" hissi verirken bana gidiyorum şehrin caddelerinde. İnsanlar var hala. Hem de çok çok sayıda. Aliteresyon yapmaya yeltendiğim an silkeleniyorum. Şükrediyorum arabamda CD Player olmasına, o an Jeff Buckley çalmasına. İnsanlar diyordum. Yazdan faydalanmak istemişler, çıkmışlar dışarı. Çiftler de var, tekler de. Lakin saplar yine sayıca bertaraf edilmiş mutlu halk kitleleri tarafından. Bunu biliyorum. Gözlerden anlarım. Hepsi benim bakacağım şekilde bakıyor çünkü. Hafif başı eğik ve umursamaz gibi yaparak. Tanrı biliyor ya hepsi nasıl da sıkılmış aslında o "bekarım, sultanım" saçmalığından. Düşünceler ve onu tetikleyen şu Nightmares by the Sea eşliğinde sebepsiz yolculuğum sürer iken arada birini farkettim. Çekicilik? Olmalı, zira anlamsız şekikde ruh eşimi bulduğum kanısındayım. Sırf elindeki Rolling Stone'dan ya da kahrolası modaya inat Converse olmayan ayakkabılarından dolayı değil. Az evvel dertlerine ortaklık ettiğim insanlardaki bakış var onda da. Aynı duruş. Fakat biraz farklı. Sanki ikimiz de birbirimize "haydi dur, gel yanıma, mutlu olalım" diyecekmişiz gibi. O an arabayı çekip önünde serenat yapmak istiyorum. Jeff Buckley gittiği yerden bana bıraktığı şarkılarında yaptığı gibi tıpkı. Ve masal yazılıyor anında. Hatırlanan ilkokul aşkları gibi. Tanışmayan ama beraber mükemmel olacak iki insan olarak görülme. Bu figürlerin aslında tek taraflı üretilmesi. Neyse dedim. Artık yaşlanmıştım da böyle şeyler için. Sonuçta o deli velet gibi gidip haykırmadım. Yok! "Bir gün, bir yerde karşılaşacağız ve aşık olacağız" dedim içimden. Beni daha fazla etkilemesine izin vermeden gaz pedalında duran ayağıma ufak bir kuvvet artışı uygulayıp müziğin sesini biraz daha arttırarak uzaklaştım. Biraz daha Jeff Buckley dinlesem gerçekten aşık olup bir 2-3 ay kendime küfredecektim. Ruhsal olarak da uzaklaşmak lazımdır diyip Space Truckin'i açtım. Biraz olsun kendime geldim. "Ulan bu duygusal boşluk iyi değil bak!" diye terbiye ettim kendimi. Hatamı anladım. Acaba hata olarak gördüğüm doğru şey miydi? Ki?
En niyahetinde yolların hepsi insanı evine ulaştırmaz mı? Vallahi benim bütün yollarım evime çıkıyor. Gidişi olmasa da dönüşü öyle. Gerçi sabit bir ev hayatının değerini yadsımıyorum ama nerde akşam orda sabah yaşantısını sabit ev tanımının üzerine çıkartmak da hoş bir deneyimsel olabilirdi. Canım sıkılmış galiba biraz. Aman, amaan, let's go space truckin' aman!
Pazar, Mayıs 20, 2007
Olan Biten 1
- Sabah ne güzel bir zaman dilimidir öyle. Tabi ki o kör, karanlık, skindirik, genellikle bir yerlere yetişilebilmek adına karşılanan ve uykusuzlukla iyce balçık kıvamında hissedilen sabahlardan bahsetmiyorum. Güzel olan öteki. Örnek bir Cumartesi günü sabah 09:32 gibi bir dakikanın içinde yeni güne zihnen doğmak. Tatlı, parlak ama yakmayan bir güneş ışığı altında yatakta hala uzanıyor olmak. Etraftan gelen muhtelif tıkırtıların yarattığı huzur. En önemlisi de o akabinde gelen ilk gerilme. Nedense böyle açıklamaz yarı-orgazm durumlar da var. Hatta bir diğeri için bkn: pee fiili. Belki bir gün bir teknoloji üretirler de böyle sabahlar denk geldiğinde o moda uygun müzik çalabilen cihazcıklar çıkar. O da psikolojinin incelemesi gereken bir şey bence. "Sert olsun çamurdan olsun" ya da "ıyy o ne öyle iğreaanç" gibi kalıp bir müzik beğentisi olmayan insanların neden henüz ruh hallerini etkileyecek hiçbir şey bulunmayan, zihnin henüz çalışmaya başlamış olduğu uyanma anında görülen rüyalardan bağımsız bir gün The Verve, diğer gün Opeth dinlemek istemesi uyanır uyanmaz. Nedendir? Neden! Neden ben normalde Der Meister'ı uyandırma zili olarak kullanırken ve bu durumdan gayet memnunken şimdi "keşke Belki Bir Gün Özlersin olsaydı" diyorum? Neyse buna da bir cevabım yok. Haa bu arada neden herkesten az farklı olarak mükemmel sabah tanımını Pazar yerine Cumartesi günü üzerine kurdum? Basit. Çünkü şayet gün Cumanın ertesi ise çatır çatır yaşanacak bir tatil günü daha var demektir. Sorun şu ki bugün günlerden Pazar ve ben uyuyamadığımdan berbat bir haldeyim üstelik yeni gelecek hafta da bana bir alay imtihan hazırlamış durumda. Pöff..
- Geçenlerde ev dediğim kitapçıda Riding With The King isimli B.B. King ve Eric Clapton'ın beraber kaydettiği bir alübm buldum. Hem de çatır çatır orjinal albümdü. Babam vakti zamanında mesleği prodüktörlükten hareketle radyoda çalmak için almış hatta o radyo imiş. Takdit ettim. Ayrıca blues en hastası olduğu müzik olan ben hemen albümü alıp adeta görsel bir sanat eseriymiş gibi sevdim, bağrıma bastım. Dedim "tamam hemen dinliyorum hatta haftalarca elimden düşüremicem ehehe". Peki öyle oldu mu? Hayır! Unuttum bir köşede. Şimdi albüm önümde B.B. King amcam bana "hade len" şeklinde bir bakış atıyor. Nedense sanatsal "ödev" lerimi yerine getirmek konusunda bazen böyle sebepsizce başarısız oluyorum. Aslında bir kere başlasam gerisi gelecek şeyler hepsi. Lakin başlayabilmek zaten mühim olan. Bu durum bana 2 ay önce çok büyük bir gazla izlemek üzere aldığım Borat'ı daha da fena şekilde tam 1.5 yıl önce aldığım ama asla izlemediğim Eşkiya'yı hatırlatıyor. Yani evet bu ülkede hala o filmi izlememiş olan biri var. Mazaretsizdir. Asın bu Deniz'i de..
- Aşk insana diğer tüm uğraş ve ilgi alanlarını unutturabilecek tek duygusal süreçtir. Hayatın belli bir merkezi oluşur. O genellikle bunun pek de farkında olmadığından (ya da çok daha kötüsü olduğundan) diğer tarafa kalır işin regulasyonunu üslenmek. İlişki olgunlaşana kadar da böyle sürer gider. Hımm.. Kimin umrunda peki? Geç!
- Emre Aydın'dan nefret ediyorum. En belirgin olarak Türkçe kullanımı yüzünden. Pek çok "ayy bana ne ondan ya sonuçta güzel şarkı yapıyoo" diyen kimseden farklı olarak önem veririm bu konuya. Msn'de bile yazarken şayet "yapacağım" yerine "yapıcam" yazarsam hoşuma gitmiyor. Takıntı? Sanmam. Neyse konu bu değil zaten. Konu şu Emre Aydın'dan nefret ediyorum ama bu Belki Bir Gün Özlersin fazlasıyla güzel bir şarkı. Söz öbekleri bu kadar mı uyarlı müzik ile. Hiç ilgisi yokken bile insana aşk acısı çektirebiliyormuş. Şarkıda anlatılan durumda olan birinin dinlediği zaman ne hale geldiğini düşünmek bile korkutuyor beni. "Ya o ben olsaydım?!" diyorum ama 2-3 dakika sonra "nasılsa ben değilim" diye kestirip atıyorum. Demek ki bir ara ciddi ciddi aşık olmam lazım. Mı? Herneyse ne ama:
"Bin bıçak var sırtımda
Biniyle de adaşsın
Her biri hayran sana"
Helal lan..
- Yok aslında blues değil benim hayatımın müziği. O 33 yıl sonra edeceğim bir laf olarak bulunsun kafamda. Ama o zamana kadar hastası olduğum binlerce müzik türünden en güzeli grunge olsun. Metalin sertliğinin yeteri kadarı, punkın deli-dehşet gazı, her biri bir ballada ait olmaya müsait sözler. *ve playlist oluşuturulur: Foo Fighters - The Last Song, Nirvana - Pennyroyal Tea, Puddle of Mudd - Drift and Die..*
- Açlığıma yeniliyor bu yazının sonu da. Viva la kolesterol!
Perşembe, Mayıs 17, 2007
Hayır, Birleşmeyin!

Yoksa insanlar gerçekten de yıllar sonra ilk defa gözlerini (bu kadar) açabilmiş miydi? Şahsen o kalabalıkların herhangi bir çıkar nedeniyle oralarda bulunmayacaklarını düşününce Cumhuriyet Mitingleri gayet umut vericiydi. Çünkü bu, mevzunun insanlar için "genel Türkiye apolitizm doğrusu" na zıt şekilde geçici bir önem arz etmediğini ve gerçekten de ciddiyetle ele alındığını gösteriyordu. Ben kişisel imkansızlıklarım nedeniyle bu mitinglerin hiçbirinde bulunamadım. Halen daha içimde bir uktedir. Tabi ki şehrimde böyle bir şeyin organize edilmesi durumda en başta gidenlerden olacağımdır. Neyse konu bu değil. Konu benim o gidemediğim ve bu yüzden büyük oranda canlı yayınlardan takip ettiğim bu mitinglerdeki acı veren bir kompozisyondu.
Hala, hepsine rağmen bu ülkede bu kadar çok sol ve Atatürkçü insanın yaşadığını ve sonunda seslerini çıkarttıklarını görmek benzersizdi tek kelimeye sıkışmak gerekirse. "Türkiye'de sağın alternatifi her zaman sağ olmuştur" gerçeğine rağmen oradaydılar. Ancak bağırılan sloganların etkisinden çıkılıp duruma biraz daha genel bakıldığında o hoş olmayan şey ortaya çıkıyor. Bu, hala her şeye rağmen kemalist olan insanların hala, her şeye rağmen yegane sığınakları Cumhuriyet Halk Partisi. Bu adaletsizlikir. Bunca insanın umutlarına, emeklerine, fikirlerine yazıktır. Günahtır! Bu ülkede türlü imkansızlıklardan dolayı solun asla tabanın idolojisi olamadığını, bunda sanayileşmedeki geri kalmadan sol "liderlerin" kişisel hatalarına kadar binlerce sebep bulunduğu ya da az yukarda dediğim gibi sağ görüşlerden birini seçmekle mükellef olduğumuz (ki aslen en sağ olanlardan bir CHP'dir..) gerçek. Ancak sadece çok yakın geçmiş siyasetine bakıldığında '02 seçimlerinde bu kadar büyük bir oy oranı ile AKP'nin seçilmiş olmasının da bir sonraki seçimde de buna benzer hatta bundan beter bir tablo oluşacak olmasının da en büyük sorumluları asla organize/mantıklı bir duruş sergiliyememiş sol partiler en büyük sorumlu da yine CHP'dir. CHP'nin de o hallere düşmesinin nedeni şu aşağıdak

2002 seçimleri için "Cumhuriyet'in ilanından beri gelmiş en kesin devrim şansı" diyordum. Bu arada devrimden kastım öyle sosyalist bir devlete geçiş değil. Bir sol devrim, sosyal revizyon planı. Çünkü hatırlayın halk artık illahlah! demişti. Tarihte hala bu kadar yüksek enflasyon ile bu kadar uzun süre yaşamış başka bir toplum yoktur. Aynı şekilde bütün o hortumlamalar, dolandırma olayları, delirtime yönelik bürokrası ve hepsinden kötüsü de insanların aklına yerleşmiş olan ve "bu ülkenin derdi bitmez" şeklinde dışa vurumları izlenen öğrenilmiş çaresizlik duygusu. Sonuçta farklı olanlar tercih edildi. Buna en kesin örnek bir önceki seçimlerde birinci parti olarak çıkan ama son seçimlerde ancak %1.küsür oy alabilen DSP'dir. Asıl rahatsızlığımın bir nedeni de bu. Çünkü bu '07 seçimleri de bir şans teşkil edecek gibi görünmeye başladı sol için. İktidar olmasa da daha büyük bir oranda temsil edilebilmek adına. Ve gerçekten o mitingler yapıldı, gerçekten insanlar herberaber cumhuriyeti sürdürmek adına biraraya geldi. Ama nitekim sonuçta yine kim lider olarak gösterildi? Deniz Baykal. Dürüst olmak gerekirse o adamın başında olacağı hiçbir şeyin yarar içerebileceğine inanmıyorum. CHP ve DSP birleşsin. Ne olacak yani? Nasıl bir yenilik? Nasıl bir fark?! Bunun bir de çok matah bir şeymiş gibi paketlenip insanlara sunulmasına insanların da bir umut buna sarılmasına dayanmak güç. Hayır, hiçbiri solu taşıyamaz. Birleşsinler, yine senin benim çabamız üzerinden kendi keyiflerine bakacaklar.. Ve üzülüyorum! Birkez daha bu kadar umut, bu kadar çaba boşa gidecek diye. Bu gerçekten de kaçacak son şans olabilir!
Mitinglerde "birleşin!" diye bağıran insanları gördüm. "Hayır birleşmesinler, defolsunlar gitsinler" dedim. O bağıran insanların ve onlardan biri olan benim için doğru olan buydu. Ama yine de "bir Türkiye kesinliği" olarak kötünün iyisini bulmak tek çare gibi. Açıkçası 22 Temmuz'a dair varolan diğer her şey gibi bunu da hiçbir olumlu beklenti içine girmeden "bakalım nereye varacak" şeklinde takip ediyorum. Ama cumhuriyetin hakkettiği bu mu? Hayır, olmamalı..
(Bu arada, sol tanımı gereği birleşemez..)
Devam edebilir.
Çarşamba, Mayıs 16, 2007
Şimdi Başlık Da Lazım Olur
O'nu bana kendimden başka kimse yakıştırmadı. Belki de bu yüzden asla bir özgüven sıkıntısı duymadım bu konuda. Tamamen şahsıma münasır, tamemen "mükemmel" üstelik kendi yazdığım bir hikayede başrolü oynayacaktım. Tabi ki de o karakterin ultra mutlu bir gidizgahı vardı. Boş bir hayal olduğunu düşünmeme engel olan onlarca rasyonel sebep yaşadım. Artık hayalci olamazdım. Hep orada beni bekleyen hazır bir şey olduğunu zannettim. Oysa bu da, tıpkı diğerleri gibi bir umutsuzluk arayışının zihindeki anlamsız ama hoş rüyalarındandı. Yine de hiçkimse o'nunla beni yanyana görünce oluşan sekanın bir Fransız romantizmasına çok uzak olduğunu söyleyemezdi. Ya da en azından o'nunla beni yanyana görme fiilini yegane s.kleyen kimse olan ben söyleyemezdim, söyleyemedim de, söylemedim. İşime gelmedi. Mutluluğa kanmak ve mutsuzluğa teslim olmak pek bir kolaydır nitekim. Yaşamımda eksikliğinden dem vurduğum her şey o'nun yanımdaki varlığının sıfat değiştirmesi ile tıpkı ilerde hayalini kurmak zorunda kalacağım son gibi bir çırpıda ve kolayca olacaktı. Ya, yaa..
Çok fazla kahve içtim. Çok da fazla televizyon izledim. Ama hepsinden çok müzik dinledim. Gereksiz derecede fazlaydı hepsi. Bir kişi, o kişi uğruna olunca çok aşırı gibi geldi bana. Yoksa hepsi günlük aktivitelerimdi benim. Rahatsızlığını görmediğim hatta bilakis bana komfor yaratan şeylerden. Fakat tıpkı bunlar gibi her sıradan fiilim o'nunla ilişkin olmaya başladı, bir süre sonra da tamamen öyle oldu. Artık dinlediğim her şarkının sözleri o'nun kafamdaki imajıyle şekillenen yarı akışkan gereksizlikler olduğunda bunun yalnızca kocaman bir saçmalık olduğunu idrak etmiştim ama bunu kendime kabul ettiremedim. Hatta daha bile kronikleşdi her şey. Hiç değilse bir sonraki adımım beni kabullenmeye biraz daha yaklaştıracaktı. Sırf o'nun için yaşantımı sürdürüyor olmam. Özellikle o buna kesinlike değmez ve bununla ilgili en ufak bir haberi olmazken.
Herhalde bu kadar sık o'nu ve hala "kanka" olan yüzünü görmek zorunda kalmasaydım hayal ettiğim üzere gibi olabilirdi atlatmak. Lakin asla araya unutmama yetecek bir ara girmedi. Devam etti her şey aynı iğrenç dalga boyunda. Bunlar için bir başkasını suçlayacak lüksüm de olmadı. Tıpkı o'ndan nefret etme lüksüne asla sahip olamamam gibi. Çünkü hepsinden gayri olanların yegane sorumlusu bendim. Kaybettiğim her şeyin. O'nu kaybetmemin. Üstelik tamamen kendi saçma iyi niyetlerim sayesinde. Gerçi hiç sahip de olmamıştım. "Neyse" dedim. Bir yanım inatla zayıflık gösterirken diğer yanım "yapma evladım bak bir skim değil o kız, değmez, bu saçmalamaktır lan!" dedi. Diğer yanımda korkunç hak veriyorum. Keşke bir de hislere mani olma "yeteneği" sahibi olduğum şeylerden olsaydı. Sonuçta üstesinden gelmek kolay olmadı dediğim gibi. Zaten üstesinden de gelemedim. O? Muhtemelen umrumda bile olmaz, bunları okusa bile..
Salı, Mayıs 15, 2007
Pek Kişisel Masal
Kendi kendimi inandırmak konusunda her zaman fazlasıyla iyi olmuşumdur. Belli bir söze ve ya düşünceye değil ama. Zihnimde oluşturduğum ihtimallerin gerçekleşme ihtimaline kapılıştı bu. Bir noktada sürümcemede kalan şeylerin zamanla kronikleşmesi de denebilir. Aslında hepsinin özü tamamen kendi yaratımım olan sorunları çözmeye uğraşırken bulmamdır kendimi.
Yazı, konusu itibariyle direkt aklıma Sandık İçi'ni Yiğit Özgür'ün "coverladığı" haftayı getirdi. Yalnızca tek bir cümle yüzünden. "Arkadaşlık teklif ettim, arkadaşlık teklif etmek tedavülden kalkmış, güldü, ben de güldüm.." Bunu bir tür yüzeysel ergen hoşlanmasına bağlamayı, ağlak ağlak "istedim olmadı ehüee" demeyi ister miydim bilmiyorum. Bildiğim şey durumun biraz daha dallı olduğu. Hikaye bilinmediği için ben bir toparlayayım..
An itibariyle birkaç haftadır sürdürdüğüm bekarlık reddini yaşıyorum. Yani evet, çıkıyor olmayı umduğum biri var. Ama o'nu diğerlerinden ayıran, bunu bir sorun, bir kararsızlığa dönüştüren bir şey de var. Bugüne kadar sevgili olduğum/olmak istediğim herkes hakkında öyle düşünmemin sebebi onlardan salt hoşlanıyor olmamdı. Herbiri de mental ve fiziksel anlamda etkileri "allah allah!" kimselerdi. Ancak şu anda yaşadığım şey farklı. Bu sefer sevgi değil ihtiyaç söz konusu. Bir kere asla sevgili seçiminde öyle bir amaç gütmemiş biri olarak açıkça söylüyorum amaçtan kastım kızı götürmek değildir. Harbiden lan! İhtiyacım başka, yaşamımı düzene sokmaya ihtiyacım var benim.. İnsanın bir sevgilisi olduğunda ister istemez haline, davranışlarına, yaşayışına, başarısına dikkat ediyor. Ben bu bahsini geçtiğim konularda "salma" fiilinin en dip noktalarında geziniyorum pek zamandır. İşte ilk defa sevgiyi ikinci plana atma tercihinde bulunmamın sebebi budur. Böyle olsun tabi ki de istemezdim. Yani yar değil dinamo ihtiyacı duymak benim de hoşuma gitmiyor...du. Yaşamımı düzene sokmak, kendimi belli bir mecraya yerleştirmek (ne güzel fiiler..) asıl amaçlardı hep. Ama sanki durum biraz değişiyor gibi şu sıra..
Hep o'ndan az ya da çok hoşlanıyordum aslında. Yani sırf dediğim ihtiyaç mevzu değildi tabi ki de. O'nunla birkez daha tanıyarak sevmenin ilk görüşte aşk şeysini nasılsa yerlerde yuvarlayabildiğine tanık oldum. O'nu şu anda kendime en uygun olarak görmemin sebebi de buydu temel olarak. Çünkü o gerçekten iyi biri. "Ortalama" birinden beklenmeyecek kadar, zaten öyle olmadığını da zamanla öğrenmiş oldum. Aslında geçen sene sonlarından beri yaşadığım pasif-depresif halin etkisiyle tıpkı Eternal Sunshine of Spotless Mind'daki gibi "neden bana iyi davranan bütün kadınlara aşık olmaya meyilliyim?" diye düşünüyor olabilirim. Gerçi bu bir zayıflık da değildir. Saf gerçektir.. Şahsen kendisine "beni en iyi anlayan erkek sensin" sözünü duyup da duygusal anlamda kayıtsız kalabilecek bir erkek bünyesi tanımıyorum. Bu da kadınların erkeklere karşı en büyük üstünlüğüdür. Duygularını daimi olarak kontrol altında tutabilme.
Yazının bu kadar uzamış olması gibi bu hikaye de çok uzadı. Aslen derin hiçbir şey hissetmiyor olmamın en büyük faydasını göreceğim yakın zamanda. Çünkü artık vereceği cevap umrumda bile değil, yalnızca söyleyip kurtulacağım. Beni rahatsız eden kişiler ve ya sonuç değil çünkü. Durumun kendisi bariz. Zaman ilerledikçe cidden insanın içinde kalıyor. Tam böyle akciğerlerle mide arasında bir yerde bir ağırlık, hissedilebiliyor. Peki o zaman pratikte sorun yok gibi görünüyor değil mi? Yani sonuçta kaybedebileceğim bir şey yokmuş.. Var. İşin en büyük risk ve pişmanlık içeren yeri. İyi bir arkadaşı kaybetmek.. Klişe durum, iyi arkadaş olduğun birine çıkma teklif edersin, kabul etmez ve sen artık ne yaparsan yap seni "eskisi gibi" görmez.. Bundan da çekindim başta. Ama o kadar uzadı ki durum artık bu ihtimal bile önemsizmiş gibi hissettiriyor.
Şu halde en kesin olarak yapacağım şey gibi duran gidip ona "açılmak" sanırım. Yani söyle-kurtul durumu. Belki onlarca sefer pişman olacağım akabinde. Ancak nasılı nedeni umrumda olmayan bir gerçek var ki şayet kabul ederse cidden mutlu olacağım. Etmezse de pek bir şey olmayacak. Neyse, hiç değilse bu bakımda işler "yolunda" gibi. Bir de tuhaf bir şansızlığım var. Ben o'na son 1.5 haftadır açılacağım.. Hep araya bir şeyler giriyor. Dün artık yeter dedim gittim "bugün çıkışta bir 5-10 dk. zamanın var mı?" diye sordum. Hatta devamını "kesin mi?" diye getirdim. Ama yine ol(a)madı. Sonuçta şu bugün itibariyle başlamış hafta içerisinde nihayete erecektir.
Hani en başta demiştim ya kendimi çok iyi inandırırım bazı şeylere diye. Gerçekten öyle. Ne zaman başladım böyle düşünmeye/hissetmeye hatırlamıyorum. Ne zamandır o'nu görünce No Leaf Clover'daki "Good day to be alive sir." ü ironik şekilde mırıldanıyorum onu da hatırlamıyorum. Belli bir noktaya geldi hikaye. Benden, o'ndan, başka şeylerden dolayı. Neyse ne. Artık ne hissettiğimden kesin olarak eminim o da yeterli benim için. Emin de değilim ya aslında.. Bunu sonuca bağlayacağım ama daha fazla mükerrer hale getirmeden..