Pazar, Mayıs 20, 2007

Olan Biten 1

- Zaman yaratmak istiyorum. Aslında zamanım var, çok var hem de. Ama yine de nitelikli zaman yaratmam lazım. Çünkü zamanım sonsuz imkanlar dahilinde bana eriştiğinde beni profesyonelce yaptığım onu boşa harcamak/piç etmek oluyor. Oysa ki zaman ve diğer durumsal olanakların el vermediği anlarda öyle bir yaratıcılık hali bürünüyor ki zihnim. Keşke bunu kontrol etmenin bir yolu olsaydı. Keşke Matt Parkman da yalnızca istediklerini duyabilseydi.. Neyse. Bu durum şöyle olmakta genellikle. Dışarda, otobüste, okulda, bir işle meşgulken kendi kendime "ulan süper olurdu şimdi yapabilsem" demem ama anlattığım sebeplerden ötürü yapamam ve buna bağlı olarak gelişen ilhamda azalma sistemlerinin oluşması. Mesela blog konusunda genellikle böyle oluyor. Yazmam mümkün olmayan zamanlarda (ki not da almam hiç, huyum kurusun..) aklımda bir sürü konu geliyor. Daha sonra eve ulaşabilip klavyenin üzerine ellerimi koyduğumda kaybolmuş oluyor hepsi. Adeta ellerimden kendi başlarına yazmalarını bekliyorum. Onlar da "ulan sen diyeceksin ki biz yazıcaz" modunda olduğundan olmuyor, yazılmıyor, etmiyor falan. Bunu, soruna göre bir çare fikrine bağlamak isterdim ancak bende o bulunmamakta.

- Sabah ne güzel bir zaman dilimidir öyle. Tabi ki o kör, karanlık, skindirik, genellikle bir yerlere yetişilebilmek adına karşılanan ve uykusuzlukla iyce balçık kıvamında hissedilen sabahlardan bahsetmiyorum. Güzel olan öteki. Örnek bir Cumartesi günü sabah 09:32 gibi bir dakikanın içinde yeni güne zihnen doğmak. Tatlı, parlak ama yakmayan bir güneş ışığı altında yatakta hala uzanıyor olmak. Etraftan gelen muhtelif tıkırtıların yarattığı huzur. En önemlisi de o akabinde gelen ilk gerilme. Nedense böyle açıklamaz yarı-orgazm durumlar da var. Hatta bir diğeri için bkn: pee fiili. Belki bir gün bir teknoloji üretirler de böyle sabahlar denk geldiğinde o moda uygun müzik çalabilen cihazcıklar çıkar. O da psikolojinin incelemesi gereken bir şey bence. "Sert olsun çamurdan olsun" ya da "ıyy o ne öyle iğreaanç" gibi kalıp bir müzik beğentisi olmayan insanların neden henüz ruh hallerini etkileyecek hiçbir şey bulunmayan, zihnin henüz çalışmaya başlamış olduğu uyanma anında görülen rüyalardan bağımsız bir gün The Verve, diğer gün Opeth dinlemek istemesi uyanır uyanmaz. Nedendir? Neden! Neden ben normalde Der Meister'ı uyandırma zili olarak kullanırken ve bu durumdan gayet memnunken şimdi "keşke Belki Bir Gün Özlersin olsaydı" diyorum? Neyse buna da bir cevabım yok. Haa bu arada neden herkesten az farklı olarak mükemmel sabah tanımını Pazar yerine Cumartesi günü üzerine kurdum? Basit. Çünkü şayet gün Cumanın ertesi ise çatır çatır yaşanacak bir tatil günü daha var demektir. Sorun şu ki bugün günlerden Pazar ve ben uyuyamadığımdan berbat bir haldeyim üstelik yeni gelecek hafta da bana bir alay imtihan hazırlamış durumda. Pöff..

- Geçenlerde ev dediğim kitapçıda Riding With The King isimli B.B. King ve Eric Clapton'ın beraber kaydettiği bir alübm buldum. Hem de çatır çatır orjinal albümdü. Babam vakti zamanında mesleği prodüktörlükten hareketle radyoda çalmak için almış hatta o radyo imiş. Takdit ettim. Ayrıca blues en hastası olduğu müzik olan ben hemen albümü alıp adeta görsel bir sanat eseriymiş gibi sevdim, bağrıma bastım. Dedim "tamam hemen dinliyorum hatta haftalarca elimden düşüremicem ehehe". Peki öyle oldu mu? Hayır! Unuttum bir köşede. Şimdi albüm önümde B.B. King amcam bana "hade len" şeklinde bir bakış atıyor. Nedense sanatsal "ödev" lerimi yerine getirmek konusunda bazen böyle sebepsizce başarısız oluyorum. Aslında bir kere başlasam gerisi gelecek şeyler hepsi. Lakin başlayabilmek zaten mühim olan. Bu durum bana 2 ay önce çok büyük bir gazla izlemek üzere aldığım Borat'ı daha da fena şekilde tam 1.5 yıl önce aldığım ama asla izlemediğim Eşkiya'yı hatırlatıyor. Yani evet bu ülkede hala o filmi izlememiş olan biri var. Mazaretsizdir. Asın bu Deniz'i de..

- Aşk insana diğer tüm uğraş ve ilgi alanlarını unutturabilecek tek duygusal süreçtir. Hayatın belli bir merkezi oluşur. O genellikle bunun pek de farkında olmadığından (ya da çok daha kötüsü olduğundan) diğer tarafa kalır işin regulasyonunu üslenmek. İlişki olgunlaşana kadar da böyle sürer gider. Hımm.. Kimin umrunda peki? Geç!

- Emre Aydın'dan nefret ediyorum. En belirgin olarak Türkçe kullanımı yüzünden. Pek çok "ayy bana ne ondan ya sonuçta güzel şarkı yapıyoo" diyen kimseden farklı olarak önem veririm bu konuya. Msn'de bile yazarken şayet "yapacağım" yerine "yapıcam" yazarsam hoşuma gitmiyor. Takıntı? Sanmam. Neyse konu bu değil zaten. Konu şu Emre Aydın'dan nefret ediyorum ama bu Belki Bir Gün Özlersin fazlasıyla güzel bir şarkı. Söz öbekleri bu kadar mı uyarlı müzik ile. Hiç ilgisi yokken bile insana aşk acısı çektirebiliyormuş. Şarkıda anlatılan durumda olan birinin dinlediği zaman ne hale geldiğini düşünmek bile korkutuyor beni. "Ya o ben olsaydım?!" diyorum ama 2-3 dakika sonra "nasılsa ben değilim" diye kestirip atıyorum. Demek ki bir ara ciddi ciddi aşık olmam lazım. Mı? Herneyse ne ama:

"Bin bıçak var sırtımda
Biniyle de adaşsın
Her biri hayran sana"

Helal lan..

- Yok aslında blues değil benim hayatımın müziği. O 33 yıl sonra edeceğim bir laf olarak bulunsun kafamda. Ama o zamana kadar hastası olduğum binlerce müzik türünden en güzeli grunge olsun. Metalin sertliğinin yeteri kadarı, punkın deli-dehşet gazı, her biri bir ballada ait olmaya müsait sözler. *ve playlist oluşuturulur: Foo Fighters - The Last Song, Nirvana - Pennyroyal Tea, Puddle of Mudd - Drift and Die..*

- Açlığıma yeniliyor bu yazının sonu da. Viva la kolesterol!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

top