
Sonra bir vitrin yansıması kadar duygusuz bir durumda kendimi gördüm. Hakkında hissedilecek bir şey bile bulamadım, en çok da o koydu bana galiba.
[MP3] Mor ve Ötesi - Ayıp Olmaz Mı?
Ben, sen, biz, siz, onlar ve kocaman bir vs. bulutu üzerine..
Sonra bir vitrin yansıması kadar duygusuz bir durumda kendimi gördüm. Hakkında hissedilecek bir şey bile bulamadım, en çok da o koydu bana galiba.
[MP3] Mor ve Ötesi - Ayıp Olmaz Mı?
Film falan izlemek istemiyordum tabi ki de Sedef'le konuşma fırsatım varken. Mecidiyeköy yolları İstanbul trafiğinde kısaldıkça uzalırken ona baktığım her anda kendime "ben olsam ne halde olurdum acaba?" diye sormadan edemedim. İnanamıyordum ki durabileyim. Yine de bir yandan hala içinde hapsettiği korkusunun hala hayatta olduğunu hissediyor, hissettikçe ben de üzülüyordum. Bu konuyu tıpkı her zaman olduğu gibi açmayacaktım. Zaten her şey maalesef olup şükür ki bittiğinde geride hatırlanması gereken ne yaşandığı değil bundan sonra onun yaşayabilmiş olmasıydı. Bu düşünceler kafamda ekolar halinde gidip gelirken Sedef'in "daldın gittin gene olm" uyarısı ile kendime geldim. Yine gülümsedim nedensizmiş gibi. Havadan sudan konuşmayı mı gereksiz görüyorduk yoksa bu yine benim konuşabilme kıtlığına düşüp asosyal alt-benliğimi yeşerttiğim anlar biri miydi hatırlamıyorum. Ama söyleyecek işe yarar bir söz gelmedi aklıma ben de susmayı tercih ettim. Bunu öğrenmem uzun zaman bile almıştı. Yaklaşık dakika sonra da durağa vardık zaten. Durup dururken Türkiye'nin Doğan SLX kullanan insanına küfür edesim yoktu ama daly.rrak herif baya baya üzerimize sürmüştü skindirik bir yeşil ışığa yetişeceğim diye. "Yavaş lan hayvan!" diye bağırdım. İlerde kırmızı ışığa yakalandığında tam "hah s.çtık" diyordum ki Sedef benden çok daha fazla irkilmiş bir halde "lütfen gidelim Deniz" dedi koluma sıkıca sarılarak. O an ambalaj bir erkekliğe girmek için en uygunsuz pozisyondu zaten. Üstelik yanımda yüreği ağzına gelen ve bunun olmasına engel olamadığı için kendini suçlayan bir kız vardı.
Evin dış kapısından girdiğimizde kapalı alan hissiyatı ikimizi de rahatlatmıştı. Ama asansörle çıkmamız gerekiyordu, üstelik çok talihsiz bir şekilde 8. kata.. Kafasını dağıtmak için bu kısa, dikey yolculuk boyunca laftan laf türetmeyi planlamıştım ama gerginliğinden ağzımı açmaya dahi cesaret edemedim. Sanki "hadi artık bitsin, hadi!!" diye bağırmak istiyordu. Sanki benim de içim parçalanıyordu buna şahit oldukça. Kata vardığımızda çektiği ohh'un sesi duyulacak kadar yüksekti. Belki de bu yüzden eve girene kadar benimle göz göze gelmemeye çalıştı. Hala her an "bir şey yok" denmesine luzüm bırakan olayı hiç yaşamamış olmayı dilediği her halinden belliydi. Eve girdiğimizde Janis hemen Sedef'in ayakları arasına kıvrıldı. Kendi kedimin birini benden daha çok sevmesini dert edecek değildim zaten bütün uğraşım Sedef biraz olsun huzurlu olsun diyeydi. İçeriye geçtik, biraz beyaz şarap koyduk. Film izleme işinin olmayacağı zaten belliydi. Biz birer filmdik başlarımız başlarımıza. Birbirine yaşana gelen masallar anlatacağı olan iki arkadaşın dialoğundan daha mühim bir şey yoktu o anda. Hakikaten de laf lafı açtı. O anlattıkça ben dinledim, ben anlattıkça o dinledi. O anlattıkça ben sevindim, ben anlattıkça o sevindi. Zira hayatlarımız dışarıdan bakılınca gayet güzel duruyordu. Bir anda, geçen 3,5 saat ve yaklaşık 2 şişe şaraptan sonra durduk. Gözleri karşılıklı oturduğumuz kanepenin kıvrım noktasına doğru olmayan bir paralele kitlenmişti. Gözlerini kırpmıyordu bile. "İyi misin Sedef" diye endişelendim. Derin nefesler alırken gözleri doldu. Bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açarken ağlamaya başladı. Hiçbir başka harekette bulunmadan yalnızca titreyerek ağlıyordu. "Sedef nolur bişey söyle.." diye yalvardım. "Dayanamıyorum bazen Deniz!" dedi nazik bir sesle haykırırcasına. "Asla eskisi gibi olamayacağımı biliyorum, abarttığımı da biliyorum. Hiç olmamış gibi devam etmek istiyorum, ediyorum da. Ama işte bazen.. bazen hatırlıyorum ve dayanamıyorum" dedi. O bunları söylerken benim de gözlerim dolmuştu. Onun karşısında onun için güçlü görünmeliydim ama Sedef'i böyle görmek beni de enkaza çevirmişti. Nasıl hak vermeyebilirdim ki ona? Dedikleri içimden bir zımpara gibi geçerek doğruydu. Neden olmuştu ki bu? Üstelik ona, üstelik daha 15 yaşındayken. Hikayeyi her hatırladığımda zaten arka arkaya 3 yumruk yemiş gibi oluyordum bir de üzerine bu hikayenin yegane kurbanı önümde paramparça oluyordu savunmasızca. Bundan koskoca olması gereken ama beton kadar ağır olmasına rağmen bir tek gecelik gibi geçen 5 seneden sonra hala yarası içinde duruyordu. Suçu neydi ki? Neden sıradan bir gün sandığı o gün okulundan evine geldiğinde o orospu çocuğu ile aynı anda asansöre binecek kadar talihsizdi? Neden o orospu çocuğu 4. katta asansörü durdurup telefonunu vermesi için onu zorlamıştı? Neden zavallı Sedef iyi niyetli olup "peki sadece sim kartı aliyim kimseye söyleyemeceğim" demişti? Neden o orospu çocuğu "kimi kandırıyosun lan sen" diyip 2 kere boğazından jiletlemişti Sedef'i.. "Neden ulan neden?!" diye bağırdım. Yazık, Sedef hala "üzülme Deniz" diye beni neşelendirmeye çalışıyordu ikimizden de akan yaşlara inat. "Nasıl üzülmiyim Sedef ya.. neler yaşadığını tahmin dahi etmek istemiyorum.." dedim hıçkırıklarımdan arka kalan boşluklarda kopuk kopuk. "Bak biz her zaman yanındaydık, her zaman da olucaz" dedim. Ellerini boynundaki 12 dikişin fiziksel olarak yok olmaya yüz tutmuş ama acısı her daim kalıcı olan izlerine götürüp "tamam da Deniz.. ben kendimi bulamıyorum bazen aradığımda" dediğinde boğazıma çöken tarif edilemez bir nefessizlikti. Kim bilir neler yaşamıştı? Kim bilir nasıl da hepimize "ben iyiyim" derken markete gitmeye bile korkar bir haldeyim. Bütün bu travmayla nasıl başa çıkabilmişti kendi başına? Nice pahabiçilemez hayatların üç kuruşlar için yok edilişine alışkındık da bunlar üçüncü sayfalarda olurdu hep. Bütün bunlara sebep olan orospu çocuğunun bir daha bir başkasına hatta ona bir şey yapmayacağını ne garantilerdi ki? Peki ya o Doğan SLX kullanan herifin onun ruh eşi olmadığını? Ya da böyle bir şey yaşamış birinden dışarıda hayat denilen şeyin geçtiği yer olan sokaklarda böylelerinden binlerce olduğu gerçeğinin üstesinden gelmesi nasıl beklenirdi? Aklım bir insanın, hele ki 15 yaşında, böyle bir şeyle cebelleşirken neler çektiğini anlamakta her zaman güçlük çekmişti. Kim bilir bunları yaşamak nasıldı? "Deniz özür dilerim kendimi kaybettim" bir an demeye çalıştı. Hemen sözünü kesmeden tam bitirdiği anda "ne özür Sedef.. ya bak.. ne diyebilirim ki.. ben senin gülümsediğin her ana hayran kalıyorum. bütün bunlardan sonra tekrar ayaklarının üzerine çıkman olağanüstü bişey.. ben olsam çoktan kendimi bir yerlere kapatmış olurdum. ama sen.. senden başka hiç kimsenin bu kadar güçlü olabileceğini sanmıyorum hiç değilse benim öyle bir tanıdığım yok.." dedim. Gözyaşlarını silerken "iyi ki varsın ya Deniz" diyordu ki "şimdi s.ktr et sen beni" dedim. Gülmeye başladık anlamsızca karşılıklı. "Sedef sen dünyadaki en güçlü insan değilsen ben de gider İstiklal Caddesi'nde klişe siyah-beyaz fotoğraflar çeken biri olurum" dedim. Bu ortak hayranlığımıza giren Umut Sarıkaya realizmi ortamı iyice dinginleştirmişti. Zaten kalanı da saç okşanmasının cinsiyetler üstü bir şekilde en büyün meditasyon olduğunun 2 saatlik bir kanıtıydı.
Onu uğurlarken aşağı gelmek konusunda ısrar ettim. O yine öğleden sonraki gülümsemesini giyerek "benim sana daha ihtiyacım olacak sen şimdi yorma kendini" dedi, üstelik sonunu "..hele ki böyle gerekmeyen şeyler için." diye getirdi. Veda sarılması yaparken gözyaşlarımız hala belirgindi. Benim endişem geçmemişti ama o yine her zaman beni şaşırtan dirayetli duruşunu sahiplendi ve asansöre yöneldi. Giderken de bana daha fazla endişe etmememi söyleyerek. Ben yine de camdan gözledim onu. Sağ sağlim otobüse binip binmediğine baktım. Sedef herkesten güçlü çıkmaya devam ediyordu hala. "Utanın lan hemcinsleri" diye bir laf geçti içimden ve bununla paralel trajik bir gülüşe imza attım. Onun hemcinslerinin alayı bir Sedef edemezdi asla.
Benim bugün bir şeyler yapmam lazımdı. Bir şeyler ki ne olduğu katiyen fark etmeyecek. O derece rezil bir halde olduğumu bile bir yana koyup bir şeyler yapmalıydım. Aklımı dağıtmak için değildi bu sefer, tam tersiydi. Bir araya getirmek, anlamlı bir şey ortaya çıkartmaktı bana gereken. Kendimi işe yarar hissedebilmekti hepsinden çok. Belki de kıyaslama değil sadece buydu. Sonuçta kendimi bir mecraya kaptırıp kendimden bağımsız sürüklenmeyi bahane etme arayışı bile değildi. Zaten fazla yorgundum. Biraz olsun bunun için de suçluluk duyuyordum. Kendimi düşünmekten yorulmuş biri olarak görmek bana acı verdi. En son ihtiyacım olan kendim tarafımdan biraz daha eziyete uğramaktı ama başka bir şey yapacak gibi de durmuyordum. Sanırım en yakın kaçış olarak "moralim bozuktu" ama bundan da bıkmıştım artık. Yine de bunu mantıklı bir şeye çeviremedim. Sokakta yürüyordum en ilk akla geleni olarak. Vitrinlerden haz etmediğim zamanlardandı. Hayatımın büyük çoğunluğunda üzerime giymek zorunda kaldığım şeyi gösteriyorlardı çünkü. "Potansiyeli var ama kullanmıyor anacım" etiketiydi o da. Cidden bu yarı-aynamsı şeyde kendimi gördüğümde ben değil yarım kalmış sıfatlarım vardı. Dışarıdan böyle manalı şeyler yüklemeyecek oldukları kesin onlar insanlaraysa bir enkaz gibi görünüyordum. Ya da bana öyle geldi. Zira hemen elimi entelektüel bir şekilde çeneme götürdüm. Sanki çok meşgul ama bir o kadar da düzenli bir adamın zamanını planlaması durumundaydım. Güzel de rol yaptım hakkımı yemeyeyim. Tıpkı aklımda sürekli planlar yapıp bir şeyleri mütemadiyen yerine oturtuyormuşum gibi bir görüntü oluştu. Oysa aslında bir b.k yediğim yoktu. Bu meşgul erkeğin çekiciliği yalanına inanmak değil de daha ziyade "madem bir işe yaramıyorsun bari yarıyormuş gibi görün" düşüncesiydi. Öyle de yaptım. Böylece bir gün bu p.ç ettiğim zamanlar için daha bile fazla pişman olacağım. Öyle gibi anlaşılacak olsa da insanın kendi çıkamadığı halinden bıkması bir kompleks değil. Sadece can sıkıntısı, bir türlü bitemeyen. Ama artık böylesine bir melonkoliden de sıkıldım. Gerçekten. Gerçekten bazı şeylerden sıkıldım artık.
Yağmuru sevdiğini söylüyorsun
Ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun.
Güneşi sevdiğini söylüyorsun
Ama güneş çıkınca gölgeye kaçıyorsun.
Rüzgarı sevdiğini söylüyorsun
Ama rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun.
İşte bundan korkuyorum; çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun..
William Sheakspare
Tıpkı bıraktığım gibiydi. Hala bana duyu organlarımdan şüphe ettirecek kadar güzeldi. Sanırım zamanla yegane Syd Barrett'laşan ben olmuşum. Çünkü o bir türlü değişmeyen tatlı ifadesiyle sarı saçları rüzgarda uçuşa uçuşa yürüyordu. Bense yüzümde bir türlü değişmeyen bir katı hass.ktr ifadesiyle oturuyordum. Ancak mevzuyu mevzu yapan şeyin bunlarla en ufak bir ilgisi dahi yoktu. Ben onu öylesine unutmuştum ki adeta dünya üzerindeki varlığını reddeder hale gelmiştim. Sonuçta "benim için öyle biri yok artık" idi. Öyle çok zor bir ayrılık olmamıştı da. Gerçi hangi ayrılık kolay olmuştur ki? Mutlu aşk var mı yok beni ilgilendirmiyor şu an ama kesinlikle mutlu ayrılık diye bir şeyin olmadığını, olamayacağını, biliyorum. O yüzdendir unutmak zorunda kalıyorsun. Kolay değil beyninin sol yanı olmuş birini bir anda yok edebilmek. Ben sevgili olduktan sonra arkadaş olunabildiğine de inanmıyorum açıkçası. Biriyle belli bir seviyeye çıktıktan sonra orada geriye dönülmüyor. Sonuçta gayet üst düzey, gayet çift kişilik bir 20. kata varmışsın, tekrardan alışılagelmiş bir ortak kullanım alanı olan 4. kata nasıl inebilirsin. Bu yüzden ayrılık zor ve ayrılıktan sonra arkadaş kalınmıyor. Çünkü o 20. kata vardıktan sonra eğer işler yürümemeye başlarsa bir tek seçeneğin var; aşağı atlamak. Sanki ben hep bu kadar etkilenmişim gibi geliyor bana. Sanki ben oradan atladıktan sonra önce kendime gelmeyi başarıp ardından kendime bana ait olan bir yer yaratmak zorunda kalıyormuşum gibi, o sadece durup katına gelecek yeni birini beklerken. Zaten her zaman ben misafirim bu şehirde, bir el sallarsın yeter hareket vakti gelince değil midir? Üzerine sanki çok büyük bir onur sahiymiş gibi sen yine olduğun gibi kal, benim için sakın değişme demeye gerek yok. Onların zaten umurunda bile değil. Mesela o da benim hayattaki hatalarımdan biriydi. Bana bunları yaşatan birini sevmeme sebep olan biri olması yüzünden. Madem neden bu kadar etkilendim ben? Bensiz yaşadığı hayatına şahit olmak, benim onsuz olmam ve ya böyle bir şey değil. Ben gerçekten unutabilmiştim onu. Hatta üzerine aşık bile olabilmiştim, hem de çok fena şekilde. Ama işte beklenmedik bir anda onu normal haliyle görünce içimden farkına bile varmadan "ama sen bitmiştin" diye geçirdim. Ben onu bitirmiştim, bitmişti o. Oysa gayet hayattaymış.. Çocuksu bir kabullenmemeydi bu sabahtan bağımsız olarak. Hiçbir şeyi nüksetmedi. Yine de insanın midesi ile diyaframı arasında çiğ ekmek hamuru tıkanması hissini yaşattı oldukça. Aslında bütün gün onu düşündüm. Onu ve beni. Bir onu, bir beni. Sonra gülümsedim. Bir günlük yazısı okuyunca yaşanan kabullenme gibi oldu. Güzel mi oldu pek umurumda değil. Bu sadece bir tür flashback'ti benim için.
Bir an sesini duyar gibi olduğumda bunun benim hayal gücüm olduğu benim için bile çok açıktı. "Keşke" diye üzülmedim. Sadece biriyle bu kadar şey yaşadıktan sonra insanın neden aklına ilk yaşayamadıkları gelir diye düşündüm. Ben bugün onu gördüm. O herhalde görmemiştir beni. Zaten toplam 5 saniye falan sürdü hepsi.
The Dandy Warhols'un üçüncü stüdyo albümüydü Thirteen Tales From Urban Bohemia. Ben de henüz birkaç gün önce edindim. O zamana kadar iki şarkıyı biliyordum albümden; Bohemian Like You ve Neitzsche. O zamanlar da bu şarkıların indie-rock'ın zirvesi olduğunu düşünürdüm (evet çünkü Franz Ferdinand brit-rock'tır, indie değil..) Albümü dinledikten sonra aklımda kalan şey çok kısa bir cümleye sebep oluyordu, "vay be". Çünkü ortadakü müzik yalnızca güzelden öteydi. Tasviri pek mümkün olmayan bir şeydi. Hani bazen çok şey hisseder ama ne hissetiğini bilemezsin ya, bu da aynen öyle bir albümdü. Yine de bir denemem gerekirse şöyle ifade edebilirim sanırım.
Metallica'nın The Black Album'deki hacimli/tok sound + Grunge ve Punk arası ama Punk'a daha yakın bir müzikal enerji + Trent Reznor tarzı vokal + nicelik ve nitelik olarak çok distortion + marjinal sözler + Indie tabanı + Pink Floyd saykodelizmi + hüzün + yabancılaşma + endorfin.
[MP3] The Dandy Warhols - Godless + Mohammed + Neitzsche + Sleep + Bohemian Like You
Copyright © 2009 Okunmayan Blog.
Design by Design Disease for Smashing Magazine | Blogger Templates by Blog and Web