Cumartesi, Eylül 15, 2007

S01E20.avi

Günler yavaş geçiyor, gecelerse bir o kadar hızlı. Bunlardan şikayet edecek halim kalmayana dek acı duyduğumda zamanın katiyen ne yavaş ne hızlı olarak geçmemesi gerçeği tarafından bıktırılmış olmaksa hem en mecazi görünen hem de en gerçekçi olan şey. Bunun arkasında bir çok sebep bir tane de kadın var. Daha doğrusu olsun; içinde pek çok sebebin, o kadının, benim bulunduğum ve her bakımdan benim üzerime gelen bir hikaye. Ben kısa ve akılda kalıcı olması açısından buna "hayatım" diyorum. Hayatım diye nazik olmam yanlış anlaşılmasın. Biz pek sevmeyiz birbirimizi ama evlilik böyle içinden çıkılmaz/dışına kaçılmaz bir şey maalesef. Ve bunun gibi bazenlerde onunla tek başıma kalmak zorunda kalıyorum. Çevreme koyabildiğim herkesin yokluğunda. Arada sırada 2Pac'in Me Against The Worldsözleri bilinmeyen ama isminden dolayı durumla alakalı sanılar şarkılar listeme giriyor. Ancak pek bir fayda dokundurduğunu söylemek yalan olur. İnsanları suçlamıyorum bunun için. Yine de bazen bu enteresan ihtiyaca cevap verememek zor geliyor. Dünya'nın 4. en hayvanca MSN Messenger kullanan toplumunun bir bireyi olarak çok alışılagelmemiş bir yalnızlık hissi yaşanıyor. Arkadaşım ve dostum diyebileceğin herkesin belli bir saatten sonra Offline olduklarını görüyorsun. Bunda yanlış bir şey yok. Arada elbette ki "lütfen gitme" desen belki de seni sabaha kadar bekleyecek kadar iyi insanlar da var. Ama insan bunu kendisinin talep etmesini istemiyor. Talep etmeyi istemediği gibi bir noktadan sonra bu insanın bir kanka olmasını da istemiyor dürüst olmak gerekirse. Seni hiç talep etmesen bile bekleyecek kimdir? Hep "o" diye sıfatlanan kişidir en sonunda. İşte diğer herkesin en çok da onun yokluğunda, saat 04:00'ü henüz geçmişken sen ve kendi hayatın baş başa kalıyorsunuz. Bu hiçbir zaman güzel bir uykuyla bitmemiştir. Özellikle onun gayet güzel uyuduğunu ve bütün duygularını ipotek ettiğin gerçeğini umursamamasını biliyorken. İşte o zaman tekil olmanın ne demek olduğunu anlıyorsun. Bu arada belki de kızıyorsun bana sen sürekli kullandığım "insan" zamiri ile birlikte kişisel felaketlerimi sürekli üzerinize yıkıyorum diye. Anlayış göster lütfen. Ben bugüne kadar hep o güzel MSN Messenger 7.5'i kullanıyordum. Ta ki g.tolog Microsoft "Please install the newer version" diyene kadar. Sanki sana da lafı taşıyacak yer bulamayınca böyle saçma bir cümle kurmuşum gibi geliyor mu? Her neyse. Bu arada bugün aşağıdaki şeyi yazmaya çalışıp yarım bırakmışım. Bir tam haftadır bir b.k yazamamış biri olarak boşa gitsin istemedim, hem konuyla da ilgili..

Benim bugün bir şeyler yapmam lazımdı. Bir şeyler ki ne olduğu katiyen fark etmeyecek. O derece rezil bir halde olduğumu bile bir yana koyup bir şeyler yapmalıydım. Aklımı dağıtmak için değildi bu sefer, tam tersiydi. Bir araya getirmek, anlamlı bir şey ortaya çıkartmaktı bana gereken. Kendimi işe yarar hissedebilmekti hepsinden çok. Belki de kıyaslama değil sadece buydu. Sonuçta kendimi bir mecraya kaptırıp kendimden bağımsız sürüklenmeyi bahane etme arayışı bile değildi. Zaten fazla yorgundum. Biraz olsun bunun için de suçluluk duyuyordum. Kendimi düşünmekten yorulmuş biri olarak görmek bana acı verdi. En son ihtiyacım olan kendim tarafımdan biraz daha eziyete uğramaktı ama başka bir şey yapacak gibi de durmuyordum. Sanırım en yakın kaçış olarak "moralim bozuktu" ama bundan da bıkmıştım artık. Yine de bunu mantıklı bir şeye çeviremedim. Sokakta yürüyordum en ilk akla geleni olarak. Vitrinlerden haz etmediğim zamanlardandı. Hayatımın büyük çoğunluğunda üzerime giymek zorunda kaldığım şeyi gösteriyorlardı çünkü. "Potansiyeli var ama kullanmıyor anacım" etiketiydi o da. Cidden bu yarı-aynamsı şeyde kendimi gördüğümde ben değil yarım kalmış sıfatlarım vardı. Dışarıdan böyle manalı şeyler yüklemeyecek oldukları kesin onlar insanlaraysa bir enkaz gibi görünüyordum. Ya da bana öyle geldi. Zira hemen elimi entelektüel bir şekilde çeneme götürdüm. Sanki çok meşgul ama bir o kadar da düzenli bir adamın zamanını planlaması durumundaydım. Güzel de rol yaptım hakkımı yemeyeyim. Tıpkı aklımda sürekli planlar yapıp bir şeyleri mütemadiyen yerine oturtuyormuşum gibi bir görüntü oluştu. Oysa aslında bir b.k yediğim yoktu. Bu meşgul erkeğin çekiciliği yalanına inanmak değil de daha ziyade "madem bir işe yaramıyorsun bari yarıyormuş gibi görün" düşüncesiydi. Öyle de yaptım. Böylece bir gün bu p.ç ettiğim zamanlar için daha bile fazla pişman olacağım. Öyle gibi anlaşılacak olsa da insanın kendi çıkamadığı halinden bıkması bir kompleks değil. Sadece can sıkıntısı, bir türlü bitemeyen. Ama artık böylesine bir melonkoliden de sıkıldım. Gerçekten. Gerçekten bazı şeylerden sıkıldım artık.


Bıktım ben bazı şeylerden artık. Mesela ilk aklıma gelen ne zaman "o" hakkında yazasım gelse kendimi tutup "zamanı değil, değil!" demem. Sanki çok anlamlı bir geleceği bekliyormuş gibi hepsi. Eskiden umutsuz olmak beni rahatsız ederdi. Yeni haber! Artık umut bağlanacak çok şey de yok! Her şey ya en başından beri kaybedilmişti ya da ummakla olmayacak şeylerdi. Bıktığım bir başka şey daha var aslında. Hani az yukarda hepsine karşı tekil olmaktan bahsetmiştim ya. Ben, tamamen kendimle kaldığımda bile o da var oluyor. Üstelik bunun farkına vardı varalı öylesine iyi bir kimse ki moralimi yüksek tutmayı görev edinmiş kendini türlü yalanlarla. Burada bile artık beni mi yoksa hayatındaki (eski) çok iyi arkadaş figürünü mü düşünerek hareket ediyor bilmiyorum. Bazen başka bir arkadaşımın sarf ettiği şu "nefret ediyorum ben o kızdan, tek yaptığı senin ağzına s.çmak, üstelik iyi gibi görünerek, üstelik sen hala onu üzdüğünü zannedip kendine kızıyorsun" lafı aklıma geliyor. Olan biteni düşününce hak da veriyorum ama çok uzun sürmüyor. Kızıyorum kendime onun hakkında olumsuz düşünmeye yeltendiğim için. Deniyorum bazen ama ben ona kızamıyorum. Bazen ondan önceki durumumu özler gibi oluyorum ama onunla birlikte olduğum hayallerimin gerçek olması fikrinin yanında çok çok sönük kalıyor. Her ne olursa olsun şimdiki halimi sevmiyorum. Ama sanırım çok uzun süremeyecek. Dev masal dev ironi ile nihayete ermeye doğru gidiyor. Bu onu bile koltuğuna çivileyecek kadar ironik bir son olacak. Hayır, kendimi kandırmıyorum. Olanlar bitenler bu yönde. Zaten benim hiçbir hikayem sıradan olamadı bugüne kadar. Marjinallik de yoruyor insanı bazen. Hatta sokayım marjinalliğe. Tam bu sırada aklıma gelen ve gayet uyan bir şiir geliyor..

Yağmuru sevdiğini söylüyorsun
Ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun.

Güneşi sevdiğini söylüyorsun
Ama güneş çıkınca gölgeye kaçıyorsun.

Rüzgarı sevdiğini söylüyorsun
Ama rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun.
İşte bundan korkuyorum; çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun..

William Sheakspare




Gerçi yalan söylüyormuş. O zaman ben iyisi mi ben sevineyim. Nasılsa bir gün bir şekilde (artık ne şekilde olacaksa) işler "olması gerekene" yönlenir de "ah eğleniyor kendi başına ah neşesi yeter" diyen ben olmam.


Sonuç: Hala bir b.k yazamamışım.

1 yorum:

  1. dün okudum yazıyı, hala aklıma takılı..
    "o" hakkında yazılacağında hep "zamanı değil" diye geçiştirmek..ben hep geçiştiriyorum, o geçiştirme sürecinde de başka şeyleri yazarken bir yandan 10a kadar sayıyorum..Bazen 10 yetmiyor, ama 20 filan geçiriyor. nefes alabiliyorsun 20den sonra, "o"nun düşüncesi tavsamış oluyor en azından..

    YanıtlaSil

top