Pazar, Temmuz 22, 2007

Müzikal Karma 3

(Bu "Bölüm 1" gibi bir şeydir, gruplar ağırlıklıdır. Şarkılar ağırlıklı olan da gelecektir.)

Bir şey dikkatimi çekti. Çekiş oldukça sürpriz bir etki bıraktı bende. Aslında sürpriz de bir garipseme ile bitti. Öyle dalmaya meyilliyken ana fikirden saptığımı fark ettim ve dikkatimi çeken şeye döndüm. En belirgin ilgi alanlarından biri müzik olan hatta bu konunun dinleyicilik kısmında donanımına baya güvenen biri olarak kendi bloguma müzik etiketi altında toplam yalnızca 3 yazı yazmıştım. Tabi ki bu gerçeğin arkasından "niye bu kadar az oldu lan?" diye bir sual getirdim kendime. Malesef cevabı kendim de biliyordum, malesef cevap gayet açıktı. Çünkü ne zaman yazmaya bir niyet çoşuşu yaşasam yazmam "gerekli" zannettiğim şey tekti, birdi, biriydi. İçinde girildikçe derinleşen/depresifleşen bu halim son yazılarda kendini göstermiş olsa gerektir zaten. Çok kolay da bir tarafa itilemediği için, mesela bu sabah yine amacım o konuyla ilgili yazmaktı, diğer konulara çok fazla yer kalmamış oluyordu. Ama kısa keseceğim bu sefer. Çünkü sırf bir kişi için (ağırlıklı olarak sanatsal) ilgi alanlarımı ikinci plana atar haldeyim bir süredir ayrıca müzik, siyaset gibi konularda yazmayı özledim. Yani her bakımdan faydalı bir uğraştır bu. Son bir kişisel yazı şeyi olsun (yazmazsam olmaz), uzun sayılabilecek bir süreden sonra başka bir konu hakkında yazmak insanın kendi zihninde o kişiye "çekil anam sen bir kenara" demesi gibi bir his yaratıyor, ego tatmini oluyor, falan filan.

jacques villeneuve.

Yazının bu kısmı bir dergi eleştirisi gibi olacak olsa da tarafsız olmadığını/olamayacağını belirtmem gerekir. Çünkü bahsedeceğim müziği icra eden kişi benim hayat idollerimden biridir, üstelik aslen müzisyen bile değildir. Jacques Villeneuve. Bilmeyenler için bir toparlayayım. Villeneuve, efsanevi isim Gilles Villeneuve'ün 1997 şampiyonu, eski bir Formula 1 pilotu olan oğludur. Formula 1'de henüz ikinci sezonunda Williams-Renault takımı ile Michael Schumacher'i oldukça yamultmak suretiyle şampiyon olmuş, kariyerindeki bu hızlı yükselişi 1999'da BAR takımına geçerek baltalamış, açıkçası kariyerini p.ç etmiş bu takımda geçen 5 senenin ardından bir daha kendine gelememiştir. Bendeki hayranlığının sebebi katı mizacıdır. Bu nedenle pek çok sefer F1'in en nefret edilen adamı olarak etiketlenmiştir fakat şu sözü ile kendisine tapmamı sağlamıştır: "Beni olduğum gibi kabul edin. İstemediğim kimseye dostane görünebilmek için kendimi zorlayacak değilim." Neyse, konuya bir dönüş yapalım. Yalan söylemeyeyim ilk single Accepterais-tu? dinlediğimde benim sapık beklenti seviyemi bile hayal kırıklığına uğratmıştı duyduğum şey. Yalandı, tıraştı, bir b.k değildi. Yine de Last.Fm'de "psikopat gibi dinlenilen şarkılar" listeme girmedi mi? Girdi çatır çatır. Ama kişisel hayranlığımdan dinliyordum, salt olarak müzikten değil ve bu durum biraz moral bozuyordu. Üstelik "neden bunu dinliyorum?" şeklinde de değil çok daha içten bir "neden daha iyisini yapamadın be olm.." hissiyatı ile. Aynen böyle düşünüyor olmaktan gayet emindim dün saat 02:56'ya kadar.

Villeneuve'ün albümü Private Paradise tan bazı şarkıları güç bela edindim. Daha doğrusu umutsuzca downlad olmalarına bırakıp sabah gerçekten elimde olduklarını görünce çok sevindim. Yine de dürüst olmak gerekirse bir b.k beklemiyordum. İlk olarak albümle aynı adı taşıyan şarkı Private Paradise ı koydum. -Bu noktadan sonra yazdıklarımın hayranlıkla alakası yoktur- Şarkıyı dinledikten sonra verdiğim karar belliydi. Hayır bu bir klasik değildi belki ama çok rahat bir The O.C. Mix'e girebilecek, hatta ortalama bir indie dinleyicisinin tapabileceği, hatta ve hatta çok rahatça bir Robbie Williams albümüne yer alabilecek bir şarkı çalıyordu nazikçe ne Slayer'lar, ne Black Sabbath'lar görmüş Winamp'ta. Üstelik zaman/mekan birlikteliğine de abartısız kullanılmış tek kelimeyle mükemmel bir uyum gösteriyordu. Pazar sabahı işte. Yumuşak elektro-gitar riffleri eşliğinde kendini California'da uyanmış zannetmek isteyen bir acize de gayet hoş soundtrack oluyordu. Arkasından Foolin' Around geldi. "So tell me what else can I do if can't hold on without you?" basit ve güzel. Devamında gelecek olan "Don't say it baby, I'm not some game you play" gibi. Sound olaraksa country'ye daha yakın duruyor. Harmonika ve akustik gitar daha ağırlıklı. Yine gayet dinlenebilir ama Finley Quaye'nin Dice'ı gibi bir durum söz konusu. Dinlenebilir dinlenir de ama uzun zaman aralıkları ile akla gelirse. Bu şarkı çok rahatça bir The Thrills albümüne girebilirdi. You Are ise biraz daha yoğun bir şarkı. Basların daha çok hissedilir olması ve daha girişte modunu ele veren "I don't understand what's happening to me?" sözleriyle az da olsa depresif bir havası var. Hani bazı şarkılar vardır insan ne halde olursa olsun alır götürür. Still Loving You, Ah, Child in Time gibi. Bazıları da insanın morali o şarkıya uymaya istekliyse en az diğer kategorizasyon gibi etki eder. İşte bu da onlardan sanırım. Hiç değilse kendimde yaptığım deney sonucunda bu sonuca ulaştım. Bu şarkı da rahatça bir Tim McGraw şarkısı olarak tanınabilirdi. Son olarak The Ones ise bütün diğer 3 şarkının karması gibi. Hem sözler hem de müzik olarak. Tüm bu yazıdan sonra gaza gelmekten kelli bir toplama hazırladım, üşenmedim upload da ettim. Bir bakılabilir. Bir bakılma bile dehşetengiz mutlu edecektir beni. Ama yalvarmıyorum ya da "köpeğiniz olayım indirin lan" demiyorum. Bak buraya kadar okuduysan ve merak ettiysen aşağıdadır.

[MP3] Jacques Villeneuve - Private Paradise, The Ones, You Are, Foolin' Around

rascal flatts.

Tesadüfleri severim özellikle bana aradığım ama ne olduğunu bilmediğim bir şeyi buldurduklarında. Mesela bu grubu da bulmam tamamen o şekildedir ve süper olmuştur. Tamamen "free inspireyşın" şeklinde bilmediğim şarkıları tararken. İlk olarak "September" ile başlayan arayış "Freedom" a geldiğinde Rascal Flatts ismine rastladım. Orada bilmediğim başka isimler de vardı. Neden onlar? Bilmiyorum. Nokta. İyi ki de öyle olmuş ama. Uzun zamandır country müzikten uzak kalmış bünyeme batarya gibi geldi desem yeridir. Country müziği gerçekten çok değil ama derin seviyorum. Mesela indie ve ya trance böyle değil benim için. Aslında metal bile böyle değil. Çünkü benim için ayrı özellikleri olan müziklerden country. Blues da öyledir. Sahip oldukları tat başka hiçbir türde olmayanlardan. Ki bu anlamda ilk aklıma gelenler de yine blues, country, grunge ve ironik şekilde pop'tur. Bu diğer müzik türlerini ikinci sınıf olarak değerlendirdiğim anlamına gelmiyor kesinlikle. Böyle bir durum olsaydı bir kere rock müziği elemiş olurdum. Ancak yine rock, metal, electronic ve -hatta- jazz gibi türler benim için "dinlenmesi süper türler" iken bu -sırasıyla- Grunge-Blues-Country benim için "dinlenirken orgazm olunan türler" olarak kabul görür. Çünkü bu 3 türde benim için ortak ve diğerlerinde olmayan bir şey var. Uzaklaşma hissi, güzel yoldan. Az da olsa bahsetmiş gibi olduğum bir günbatımına doğru hareket halinde ya da değil dalmak. O saat diliminde bir araba/teknede yumuşak şekilde süzülmek ve ya yalnızca boş bir bankta dağlara gömülen güneşi izlemek. Elbette bunları bile sub-katero kılan tek bir tür var. O da "dinlenirken ya zevkten ya da kederden kesin öldüren tür" olan klasik müziktir.

Gruba geri dönersek yine o California hissiyatına değinmek gerekir. Bu sefer yolda olmak durumuna daha yakın. Bu yüzden karayollarında çok güzel gidebilecek bir grup. Hele ki o karayolu şehirler arasıysa. Ama otobüs falan olmayacak. Aslanlar gibi özel araçla gidiliyorsa. Şimdi bu diyeceğim kısa kesmek gibi anlaşılaşacak ama cidden söylettiği değil hissettirdiği çok olan müzikler olur ya. Bu da onlardan. Bir arayışı, bir noksanlığı anlatıyor. (Başta bu konudan bahsetmiyorum demiştim, deği mi..) Ama çok önemli bir yanı da var. Şayet bu noksanlık hali düşüncesi zihnin kalan karmaşıklığı içinde karman çorman bir haldeyse müzik onu bir yere toplayabiliyor. Hiç değilse ne hissettiğini ve ne yaşadığını daha rahat özetlemene yararlı oluyor. "Neden ben bu kadar uğraşmama rağmen edilgen kalıyorum?/Bana ne oluyor böyle?" sonucuna çok daha kısa sürede ulaşılıyor.. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Bu grup dünyanın en iyi şarkı outrosu yazan grubudur.

megadeth.
Sıradaki grup hakkında "yeni bir keşif" dememin mümkün olduğu zamanın üzerinden 20 kocaman yıldan fazla zaman geçti üstelik benim için tam anlamıyla "yeni bir keşif". Çok ayıp ettiğimi fark ediyorum kulaklarıma an itibariyle. Öncesinde cümleyi "bakın yeni dinlemeye başladığım grup.." diye açıyor olmaktan utanç duyarak bu grubun adını açıklıyorum; Megadeth! Aslında 2 hafta önce başlayan dinleme maratonumdan önce de Symphony of Desturaction şarkılarını biliyor ve çok seviyordum. Ancak kotalı-internet isimli bir saçmalığı hizmet diye kullanmamdan mütevellit diskografisini indirmediğim gruplardandı. Ben de sonunda indirmedim. Gittim dükkandan aldım. Helal-i hoş olsun verdiğim 3 YTL. Çok da aşırı bir şey beklemiyordum açıkçası. Bana Megadeth hep Metallica'nın basları/vokalleri kısılmış bir versyonu gibi gelirdi ki çakayım bu lafı etmiş olan bana geçmişteki. Hala Metallica'yı daha çok severim ama Megadeth'in bu kadar güzel şarkıları olduğunu hiç tahmin etmemiştim Henüz çok az bir kısmını gerçekten dinleme fırsatı bulmuş olsam da kısaca diyebileceğim "oyyş" olur. Bu arada Megadeth ile ilgili fark ettiğim birkaç şeyi yazmak istiyorum:

1. Dave Mustaine'in yeteneğinden şüphe etmemek lazım geliyormuş.
2. Dave Mustaine'in sesi gerçekten çıkmıyor ama zamanla gayet duyulur ve hatta güzel geliyor.
3. Cryptic Writings açık ara en iyi albümleriymiş. Rust in Peace'i yermiş!
4. Megadeth, Kill 'em All'ın devamı değil Youthanasia'ymış.
5. İronik olarak tüm zamanların en iyi trash-metal grubu olarak görülmelerine rağmen trash-pop yapabiliyorlarmış ve dehşetengiz oluyormuş.

Böyle gider bu. Belirgin bir hayranlık başladı bende Megadeth'e karşı. Ama öyle fanatik bir durum değil. Hala Mustaine'den başka bir elemanlarının adını bilmiyorum ya da gidip United Abominations'ın aslını almam ama şu sıralar en çok dinlediğim grup ve gidip t-shirtünü giymekten keyif duyarım. Yani "Dave Mustaine metal müziğin Allah'ıdır ulan!" diye bir görüşüm yok ama şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. "Lars is the lamb of Dave the God".

Symphony of Desturaction'dan sonra ilk dinlediğim -ve sonra en sevdiğim de olan- Megadeth şarkısı Almost Honest oldu. Yine Cyrptic Writings albümünden bir şarkı. Bu bahsını geçtiğim "trash-pop" katerosine girebilir. Herneyse ne. En önemlisi şunu diyemem şarkıyla ve genel olarak grubun müziği ile ilgili "Coldplay ile Anthrax'ı karıştır üstüne biraz tempo ekle" gibi bir benzetmeyi yapamıyor olmam. Bugüne kadar dinlediğim yüzlerce grubun içinde direkt olarak Megadeth'e benzeyen hiçbirini hatırlamıyorum. Bunda grubun çok fazla değişik şey denemiş olmasının da etkisi yüklüdür. Her ne kadar kabaca bakıldığında 10 albümdür aynı tondalar gibi görünüyorsa da. Sonuçta bir Killing is my Buisness...and Buisness is Good! ile Use The Man arasında dağlar kadar farkın olmadığını idda etmek için ya sağır ya da salak olmak gerekir. Yani Megadeth benim için asla bir Nirvana ve ya Led Zeppelin olamayacak olsa da Pearl Jam'den daha değerli olacaktır, bunu söyleyeceğimi hiç bir şekilde tahmin edemezdim 3 hafta önce..
[MP3] Megadeth - Almost Honest

üçnoktabir.


Son bahsedeceğim grup bu coğrafyadan; üçnoktabir. Malt'ın bayan vokalli hali gibi duruyorlar. Öyleler de ama Malt'ı üçnoktabir'e ya da üçnoktabir'i Malt'a benzetmek önemli değil. Sonuçta bu gruplardan biri iyi, diğeri de iyi oluyor bu yüzden. Benim için Malt çok iyi, üçnoktabir iyidir o ayrı. Bu son grup olduğundan ve ben de yazmaya artık üşenir bir hale geldiğimden gayet kısa anlatacağım. Melis Danişment'in mükemmel bir sesi var. Çok duygulu, derin ve tiz tonlarda insanı katledebiliyor. Vokal tekniği olarak Özlem Tekin'i andırıyor çoğu noktada. Zaten Özlem Tekin'i de çok severim. İlla benzetme olacaksa Alanis Morissette'in tonu ve Björk'ün duygusunun karışımı gibi. Bu işin sözleri okuyan kısmı. Sözler iyi söz yazdığı idda edilen Duman, Mor ve Pipisi gibi gruplardan fersah fersah ilerde. Korkum bir gün Melis Danişment ve Cenk Durmazel'in bir gün stüdyoya girip gelecek 15 yılda yazılacak anlamlı hiçbir şey bırakmayacak bir iş çıkartmaları. Müzikal olarak Malt'a oldukça benzese de bir ton daha yumuşak müzik. Gerçi bir grupta sadece Cenk Turanlı'nın olması bile yeterlidir.
[MP3] üçnoktabir - Ölmeden Ünlü Olsam

1 yorum:

  1. yazı aşırı uzun olduğundan kelli şimdilik üçnoktabir hakkında yazdığın paragrafı okuyabildim ve mükemmel tespitlerine katılıyorum. malt ile paralelliğinden bahsedince sen "hah" dedim, cuk oturdu yani. bir tek sözler hakkında yazdıklarına katılmıyorum. yani malt ve üçnoktabir'in sözleri bana göre vasatın biraz üstü. özellikle malt bende hayal kırıklığı yarattı bu bakımdan. laf cambazı cenk bey'den daha iyisini beklerdim.

    yenilerden dikaktimi çeken diğer gruplar ise beğeni sırama göre mara, mat, tnk, peyk, asfalt dünya. ben de bu yerli patlama hakkında bir yazı yazmayı planlıyordum ne zamandır, gaza getirdin şimdi beni :)

    YanıtlaSil

top