Pazartesi, Temmuz 30, 2007

Mutlu Yazı

Yalan söylüyorum. Çok fazla yalan söylüyorum tek cümlede. Çok fazla yalan söylemek benim için "mutlu" sözcüğü yek olarak bile. Sen olmadan herhangi bir şeyden, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir koşul altında keyif alabileceğimi düşünüyor musun gerçekten de? Özellikle bu devyarasa yalanı söylemek zorunda kaldığım tek kişi senken. Ben sana uzun zamandır böyle yalan söylüyorum. Mutluyum diyorum. Hayat güzel diyorum. Sensiz gayet güzel idare ediyorum gibi görünüyorum. Benim için "sensiz" tanımının manasını senden gizliyorum.. ve her şey.. her şey gayet güzel oluyor değil mi? Sen mutlusun, ben mutsuzum. Rollerde bir sapma yok. Yalnızca dekorlar, ışıklar, sahneler değişiyor. Ana iki karakter yerinde duruyor. Sadece güzelliğini sahnelemen bile yeterliyken paylaşma lütfunda bulunduğu parlak kelimeleriyle sen ve söyleyecek çok şeyi olan ama susmakla mükellef ben. Eğer bu bir film olsaydı herkes kederimin farkında olurdu. Filmlerde hikaye pek çok açıdan anlatılır ya ve biz aslında iki saat boyunca kıçlarımızın üzerinde otururken bu birbirlerinin halinden habersiz karakterleriniz birbirini keşfedeceği anları bekleriz. Ama gerçek hayat öyle değil. Hal sensin, bende koca bir pürmelal var. Senin bilmemen gerektiğini sandığım bazı şeyler, günden güne içimi kemiren. Sonra hayatında mutlaka biri olacağını düşüncesi geliyor aklıma. Böyle bir şeyi şimdi kaldıramayacağımı biliyorum. Tek yapabileceğim o gün gelene kadar bunu öğrenip de yıkılmayacak kadar güçlenmiş olmayı ummak, sana bu kadar aşıkken olacağını hiç zannetmesem de. Yine eğer bu bir film olsaydı ileride illa ki ortaya çıkıp beni "yardımcı erkek oyuncu" kılacak o kişiye küfür eden ve benim için üzülen birkaç marjinal iyi insan da olurdu. Onlar, The O.C.'de Seth Cohen için hissettiklerinin aynısını benim için hissederlerdi. Bir "indie hero" olurdum. Güzel olurdu, daha katlanılabilir. Oysa şimdi, bunu gerçekten umursayacak sadece ben varım. Üstelik ışıklar sönerken oynadığım karakterin kıyafetleri gibi kurtulamam senin bana yazdırdığın hikayemden. Summer Roberts'la senin uzaktan yakından ilgin bile yok.. Ben seni inatla öyleymişsin gibi görsem de.

Beni ne zaman kendi kendime kızacak kadar aşık etmiştin sen? Bu çok ileriye gitmiş bir hadise. Senaryo, gerçek hayat ya da başka bir şey. O "kendi kendime kızacak kadar" söz öbeğini okuyan herkes düşüncemin "neden aşık oldum?" diye düşünmek olduğunu zanneder değil mi? Sen öyle yapardın sanırım. Ama bilmediğin bir şey var. Ben kendime tabi ki "nereden karşıma çıktı?" diye sordum senin hakkında. Kendi kendime kızmam bunu sorduğum içindi. Sen, beni, kendine hissettiğim şeyi sorgulamamı reddettirecek kadar fena aşık ettin. Bunu yapabileceğini en başından beri biliyordum. Seninle gurur duyuyorum desem biraz tuhaf mı kaçar? Sanırım ben daha önce hiç böyle olmamıştım. Bu kadar derin, bu kadar yakın, bu kadar uzak, bu kadar önemli. Bugüne kadar kendimleyken bile söylemeye çekindiğim bir şey vardı. Ben sana aşığım. Bunu nasıl da haykırasım var bilemezsin. Gözlerin "bu deli ne yapıyor böyle" derken seninle olabilme ihtimalinin tarifsiz güzelliği ile sensiz olma kabusunun sokacağı komanın tam ortasında, bulutların arasında bir yerde kalbimi "burada sana ait bir şey vardı" diye ellerine bırakmak. O anın hissi için ne realizmlerden vazgeçerdim. Ama hepsinden önce yaşadığım realizmden vazgeçemiyorum. Korku beni alıkoyan, belki zamansız bir depresyondan, belki de zamanı geçen bir mutluluktan.

Bazen bunların sana yazıldığını biliyormuşsun gibi geliyor. Böyle düşündüğüm zamanlarda iki şey bana enseye batırılan bir enjektörün acısını andırıyor. İlk olarak; kendime kızıyorum. Çünkü bu yazdıklarım, bu meydana getirdiğimi sandıklarım hiçbir şey değil. Seni görünce aklımdan geçenlerin yanında çok değersiz kalabiliyorlar ancak. Ben sana uzunluk da dert etmeden içimden gelenlerin olduğu bir Das Kapital yazabilirim. İnsanlar okur okur minder yapar. Oysa senin bu okudukların onun yanında peçeteye yazılmış lalettayn notlar gibi kalıyor. Buzdağlarının eşşek kadar olan kısımları nasıl oluyorsa burada da görünmüyor. Küresel olarak ısınıyorum bu hikaye sensiz uzadıkça. O buzdağları da yok oluyor. Eriyorlar ve ben o denizlerde boğuluyorum.

Çok hayal kuran bir insan oldum hep. Pek az insan anladı aslında bir hayalci değil bir mutluluk avcısı olmaya çalıştığımı. İyi ki var onlar. Hayallerim de iyi ki var. Önceden hafızamda yer etmiş yüzlerce hayalim vardı. Onlara sürekli yenileri eklendi. Yeni olaylara yeni hayaller türedi. Kafam sonunda bir hayal çöplüğü oldu. Ben yine de gereksiz bir bilgi çöplüğü olmadığı için mutlu oldum. Sonra senden sonra bir şey oldu. Hayallerim, onlar bana ait değildi sanki, artık! Onlar sana da ait değildi. Onların "biz" diye bir şeye ait olmaya başladıklarını fark ettim. Sana aşık olduğumu kabullendiğim an da oydu galiba. Hiçbir hayalimin artık sensiz kurulamadığını fark ettiğimde.. Zaman ve mekan tanımadan her sahne seninle birlikte arkada mesela Savage Garden çalan hadiselere dönüşürken sensiz olan bütün sahnelerde sadece Porcelain çalıyor. Yine yalan söylüyorum. Sadece tek bir şarkıya sığrabilmek mümkün değil senin olmama durumun yarattığı hüzünü, sen bunu zaten biliyorsun da galiba. Bir hayalim vardı bunlardan öte. Ben, Avusturalya, takım elbise, Range Rover, Fender Stratocaster gibi etiketleriyle huzur dolu bir görüntü. Şimdi o hayal ancak seninle bütün, mükemmel olabilecek gibi geliyor bana. Sıcak bir ilkbahar gününde sabah uyanıp birbirimizi izliyoruz, daha sonra da çıkıp güneşin bizi deri kanseri yapacak olmasına umursamadan çimlere yatıyoruz. Bana ne yaptın bilmiyorum ama sanırım bundan şikayetçi değilim. Çünkü seninle mutlu olmak o kadar güzel görünüyor ki duyularıma artık senin için daha azını düşünmemi/hissetmemi bekleme. Hoş, bu laflar sen çoğu şeyden habersiz olduğun için haybeye edilmiş oluyor ama.. Olsun! Hiç önemli değil. Hani hayatın vardır. Bir tanedir, çok değerlidir. Bir de onu beraber yaşamak istediğin insan vardır. Senin için dünyadaki en önemli kişidir. Sonuçta tek hayatını paylaşmak istediğindir. Peki ya bunun da üzerine çıkabiliyorsa bir şeyler, birileri, sen? Ya sana "adamak" fiili desem? Senden de "hayatımı adamak istediğim" diye bahsetsem? Abartılı olur değil mi? Büyük ihtimalle bana da abartılı gelecek günün birinde ama şu an için, izin ver, hissettiğim gerçekten bu. Çünkü teferruatı bir yana koyarsam, diğer bütün düşüncelerden sıyrılsam geriye yalnızca tek bir şey kalıyor asla silemeyeceğim; sana aşık olmam. Belki de aynı zamanda bunların ne kadar demek olduğunu anlmayacak olman..

Sen bir gün bunların sana yazıldığını öğreneceksin. O zamana kadar benim içim belirsizlikle dolu olacak. belki o zamandan sonra da acıyla. Bu sana bağlı. Bir şarkı sözünü tekrar kendimle özdeşleştirmek istemiyorum. "Üzerime doğru hızla gelen bir yük trenisin, yolcu değil, yük trenisin. Oysa ben seni tünelin sonundaki umut ışığı zannediyordum" demek istemiyorum. Dört yapraklı yoncayı bulduğuma inanmak için yeterince sebebim var. Bahtsızlığından kesin emin olan biri olmama rağmen. Ben galiba seni gerçekten seviyorum ve galiba senin bir süre daha bu yalanı dinlemeye ihtiyacın var, benim iyiliğim için..

1 yorum:

  1. Günümüzde böylesine aşık olan insanları görebilmenin mutluluğunu gölgeliyor, yazının sahte 'mutluluk'u!!!!!!!!
    Neyse ki Seth Cohen'in günümüzde pek popüler olduğu gibi saçma ama küresel ve gerçek bir tez sunabiliyorum.
    Hayallerinin gerçek olması dileğiyle,,, bu yaz olmasa bile sonrasında...

    YanıtlaSil

top