Cuma, Ağustos 03, 2007

Müzikal Karma 4

Buraya, bunu yazmaya gelmeden üç dakika önce bile aklımda olmayan ama an itibariyle üçüncü kez dinlediğim, bana üç yıl öncesinde olan üç mevzuyu hatırlatan Dilemma şarkısını anlatarak başlayayım diyordum. Daha sonra diğer şarkıları da düşünmem gerektiği gerçeği geldi aklıma. Bunun için last.fm profilime gitmiş olmamdan dolayı bir an irkildim. Ne dinlediğimi, üstelik çok dinlediğim neleri, hatırlamak için datalara bakıyordum. Bu bir kolaylık değil hata gibi geldi bana. Neyse, en nihayetinde aklıma bir türlü gelmeyen yazının girizgah kısmını yazmamı sağladı. Bir de playlist hazırladım. Üzerine doğaçlama yazabilir miyim diye düşündüm. Bu çıktı. (Cümle yazıldığı sırada henüz hiçbir şey çıkmamıştı.)

Dilemma ile başlamaktan daha üşengeç bir seçenek olmadığı için hemen ondan yola çıkıyorum. Bana yalnızca rock müzik ve varyasyonları dinlemediğim için büyük bir sevinç duymamam neden olan şarkılardandır bu. Sadedir, hoştur, "I love you and i need you, i do" der işte kısaca. Özettir. Aslında tamamen satsın diye üretilmiş, gerçek anlamıyla üretilmiş, şarkılardan biri olması pek de umurumda olmadı. Ancak bu şarkıya olan bütün iyi niyetli görüşlerim özellikle de "kaliteli" sıfatlandırmamdan utandım ilerleyen dakikalarda. Çünkü şimdi çalan şarkıyla bir önceki arasında uçurumlar fark vardı. Johnny Cash söylüyordu o eşsiz sesi ile God's Gonna Cut You Down'ı. Üstelik Dilemma'dan sonra öyle garip bir his yarattı ki. Neredeyse Cash'in vokali bana "vay vefasız" diyordu. Sonra bu şarkının bende yaratması gereken hislerin bundan çok daha ötede olması gerektiğini hatırladım ve baştan çalarak müziğin beni 2 dakika 38 saniye boyunca ele geçirmesine, her yerimde dolaşmasına izin verdim. Ne diyebilirdim ki? Uğruna uğraştığım her şeyin aslında çöldeki kum taneleri olduğunu bir açıdan acımasızca bir açıdansa iyi ki anlatıyordu "you can run on for a long time, sooner or later god's gonna cut you down" sözleri. Herhalde bu şarkının sözleri başka hiçbir müzik üzerine başka hiç kimse tarafından daha iyi işlenemezdi. Ağır, gerçekten ahenk yaratabilen, Johnny Cash'in neden "baba" olarak kabul edildiğinin açık örneği olan bu şarkıyı dokuzuncu dinleyişimdi ki artık geçmem gerektiğini anladım. "Tell 'em god's gonna cut you down" sözleri ile sessizliğe ulaşırken şarkının sonu rahmetle andım Johnny Cash'i. Aslından ondan bir de Hurt coverını dinlemek isterdim ama kaldırabileceğimi zannedemedim.


The Dandy Warhols'un Bohemian Like You diye pozitif enerji yüklü bir şarkısı vardır. Blur'ün Girls & Boys'u vardır. Madem Britanya'dayız, Robbie Williams'ın Let Me Entertain You'su vardır. Apollo 440'un Stop The Rock'ı bile vardır. Bunların hepsi insanı nedensizce salak salak güldüren, katiyen düşündürmeyen üstüne bir de dans ettiren şarkılardır. İyidirler, lazımdırlar. Benim için aynen bunlar gibi olan bir şarkı, aslen bir cover, vardı sırada. You Spin Me Right Round. Ben bu şarkıyı coverlayan adamı çok seviyorum. Vallahi ki. Umurumda değil fiziksel görüntüsünün marjinal olması. Müziğin önemi yerine görünüş saçmalığına önem verseydim zaten klasik müziği asla dinlemiyor olmam gerekirdi. Evet tahminleriniz doğrudur, Marilyn Manson. Aynı Megadeth gibi bugüne kadar yeterince dinlemediğime pişman olduğum sanatkarlardan. Mesela bu şarkıda da kelimenin tek anlamıyla "yardırmış". Yırtıcı vokaller, bir pop klasiğini metal riffleriyle güçlendiren müzik, tek kelimeyle muhteşem. Sözlerde benim çok hoşuma giden bir satır vardı. "You spin me right around, baby right round. Like a record baby right round". Nedense bana High Fidelity'de çalınması gerekmiş gibi geldi. Ya da sadece plağın dönüşünü getirdi. Sonuçta bir süredir aynen öyle right right döndürülen bir insanım ben de. Elbette bu halin değişik yanları da olmuyor değil. Değişik ruh hallerinde gezinen M.M. şarkıları gibi. Mesela buraya kadar bahsettiğim cover ile taban tabana zıt olan, insanın durduk yere .mına koyan*, her dinleyişimde beni bir farklı sefer yamultan bir şarkı var. O çalıyor. Come White çalıyor. Ben bu şarkıya bir eleştiri yazamam. Şarkı hakkında bile yazamam. Direkt olarak yaşıyorum çünkü bu şarkıyı. "You were from a perfect world, a world that threw me away today" lafını yaşıyorum. Tıpkı "there's something cold and blank behind her smile, she's standing on an overpass, in her miracle mile" laflarını yaşıyor olmam gibi. Hani bir şeyler olur biter daha doğrusu sen bitersin ve bitmiş olur ya. Bunlar olurken ve sen biterken kör olası şarkılar eşlik eder her şeye ama geriye bakınca bir şarkı kalır yaşanan/yaşanmayan her şeyden aklında. Herhalde benim için de o şarkı Coma White olacak. Bitiş cümlesi konusunda aklıma gelen tek şeyi bitiş cümlesi olarak yazmak istiyorum; hayatında hiç M.M. dinlemeyip sadece görüntüden yola çıkarak "ayy iğrenç" diyenlere koim!



Bir yanım "bu yazı çok uzadı" diye düşünüyordu ama benim sıradaki şarkıya çok büyük vefa borçlarım vardır. İstediği kadar uzasın, uzamazsa ayıp! Lene Marlin vardı bir zamanlar. Sitting Down Here diye bir şarkı vardı. MCM vardı ulan bir zamanlar. Bu şarkının bir klibi vardı. Göl kenarı gibi bir yerde geçiyordu. Kumsal vardır, karavanlar vardı, plaj ateşi vardı, Lene Marlin vardı akustik gitarı ile. Bir ateş başında, bir karavanda, bir ilerdeki iskelede şarkısını söylerdi. Her şey öyle tatlıydı ki bu şarkıya dair. Benim için de pek çok ilke neden olmuştu. En önemlisi bana ait olduğunu hissettiğim ilk müzikti. Yani o, müzik, bana aitti. Bana sahipti, ben de ona. İçimde çaldığını hissetmiştim. Bir insan için güzelliğin her şey demek olmadığını anladığım andı. O anı yaratan da bu şarkıydı. Demek istediğim benim aptal kutusundaki çirkin birine aşık olmam falan değil. Öyle bir salaklık olmadı elbette ki! Ama bakış açımı değiştirdi bir şekilde. Güzelliğin yanına karakteri koymama önayak oldu. Ben de artık soul müzik yapan hatunlara hasta olmaya hazır biriydim. İşin mübalağsı bir yana benim için Sitting Down Here, komple olarak, bir şarkıdan çok daha ötesiydi. Doğruluğuna inandığım pek çok şeyi temsil ediyordu. Sadelik ise bunlardan yalnızca biriydi. Ne üzücüdür ki bu şarkı bir one-hit-wonder idi ve Lene Marlin'de bu şarkıdan sonra kayboldu gitti. Belki öyle bir uğramıştı doğru zamanda, doğru ekrana.

Tam mayışıyordum ki Fight çalmaya başladı. Hani şu School of Rock filmindeki No Vacancy grubunun filmin başında çaldığı, neyse. Gülümsetti beni nedense. O kadar akustikten sonra çatır çatır hard rock insanı hareketlendiriyor işte. Arkasından bir sürü değişik müzik hakkında yazasım geldi. Kıraç olsun dedim, No Doubt olsun dedim, Alain Caron olsun dedim, Avril Lavigne olsun dedim, en son N.W.A. olsun dediğimde bu işin bir yere varamayacak kadar uzun olduğunu anladım ve vazgeçtim. Mütemadiyen vazgeçiyorum zaten şu sıra. Zaten aslında bütün yazı aşağıdaki video izlensin diyeydi.


Ah, 90'lar..

1 yorum:

  1. özlemiştim.. hatta ayıp olcak lene marlin'e ama unutmuştum. ya lene aslında unutmadım. şey.. melodi aklımdaydı hani klip de gözümün önünde uçuşuyodu amma velakin ne şarkının içinden bi söz ne de senin adını hatırlıyodum. hatta bi ara kafayı yemiştim hatırlamak için. sekiz yaşındaydım sanırsam ve nötr beyindim. (ne demekse)
    hala daha hatırlayamadığım bi sürü eski melodi, hayal meyal klip görüntüleri beynimi kemiriyor. eah çok konuştum, burdan hepsinin akorlarına, nakaratlarına selam ederim.

    YanıtlaSil

top