Perşembe, Ağustos 16, 2007

Olan Biten 4

- Uzun zaman olmuştu değil mi Olan Biten'in son sayısının yayımlanmasından bu yana? Bakalım blogun en ilgi çekmeyen uzantısı olmaya devam ediyor mu? Gerçi bundan daha enteresan kategori fikirlerim var ya. Neyse.

- Internet Explorer'da yaşanan yandan yeme sorunu (sonunda!) düzeltildi. Header ve footer da değişecek. Şu anki header geçici kullanımda. 2002 Avusturya GP'sinden bir kare. Jacques Villeneuve ve BAR-Honda 004. Merak edilmesi ihtimaldir diye. Sade/kemik tasarım korunarak bazı görsel değişiklere gitmeyi düşünüyorum. Ayrıca ufak bir radyo ekledim yan tarafa. Bugüne kadar Last.fm'e "dinledi, evet" diye onaylattığım şeylerden hunharca karma yapmak suretiyle çalışıyor.

- Birkaç gecedir aklıma takılmış olan ve tam olarak değil birazcık bile ifade edip edemeyeceğimden şüphe duyduğum bir şey var. Düz olarak anlatılamayan her şeyde olduğu gibi burada da örneklendirme kullanılmıştır. Örneğin 1900'lerin başında yaşayan bir çocuk düşünün. Özellikle böyle bir tarih aralığı seçtim çünkü hem çok eski olamayacak kadar yakın hem de çok eski olacak kadar 20. yüzyılda. Bu çocuğun dikkatini çeken, mesela onu şiir yazmaya yönlendiren, şeyler neler olabilir? Muhtemelen şimdiden çok farklı şeyler. Renkli bir araba, belki yalnızca bir araba. Bir manzara görüntüsü. Bir kadının pardüsüsü. Sonuçta artık ilham özelliği çok da yetkin olmayan şeylerden. Bilmiyorum bu genellendirebilir bir yargı mı ama benim şahsen yaşadığım bir his var. Geçmiş zamanda bu tarz şeylerle uyarılan dönem insanlarının bizden farklı olan düşünce yapılarının zaman ilerledikçe adeta basitleşmesi. Bu Orta Çağ dönemi edebiyat eserlerine neden olmuş şeyler için de bu örnek olarak kullandığım 1900'ler için de geçerli. Bu zamanların hepsi 1950'den önce idi çünkü. Zamanla değişen insan düşünce yapısı geçmişteki örneklerini gıpta ve kendine üzüntüyle anıyor. Çok basitçe "adamlar zamanında nasılmış be" lafı özetleyecektir. Zamanla giderek hızlanan ve hissizleşen hayat sürecinden bunun yaşanıyor olması belki anlayışla karşılanabilir bir nebze. Zaten benim de demek istediğim bu değil. Demek istediğim bu herhangi bir geçmiş zamana ait kafa yapısı irdelenirken şu an sahip olunan zihin özelliklerinin açıkçası harcanıyor olması. Sanki insanlar hala tam da şimdi bıraktıkları izlerin tarihi oluşturacağının farkında değil, mağra adamı dönemindeki gibi. Buna daha anlaşılır bir örnek vermek de mümkün. Örneğin (benim gibi) hayatın gitgide yozlaştığını düşünerek 70'lerdeki ortamı yakalamaya çalışan, bu yüzden kendine dağlarda bir çiftlik alan bir şarkı yazarı gibi. Buna yanlış diyemem ama şimdi zamanın uyaranlarının reddi bence saçmalıktan öte değil. Biz bugünü yaşıyoruz ve bence yalnızca geçmiştekilere bakmaktansa şu anı, şu anın içinde bulunmamızı ve zihinlerimizi direkt olarak uyaran bu uyanları daha etkili değerlendirmek gerekli. Yani evet "kablo tv kesildi ve o an adeta mavi gökyüzünün içinden bir karanlık kapladı dünyayı" diye şiir/şarkı/edebiyat/sanat olur!

- An itibariyle bana hüznün görsel karşılıklarını yaşatan, bir filmi hatırlatmakla başlayan iki şarkı var. Ama bu filmler öyle bol bütçeli, renkleri siyah-beyaz olsa bile canlı olan, slow motion ağlama sahneleri görsel düzeltmelerle dolu ve o sahneler adeta arkadaki müzikleriyle ilahlaşan birer kusursuz görsel pürüzsüzlük oluşturan Moviemax filmlerinden değil. Bu hüzün harbiden hüzün. Gecenin köründe 80'lerdeki iç acıtan renk skalalarından kalma bir TRT filmi. Benim kadar "photoshopsuz". Zımpara gibi iniyor insanın içinden müziğin anları dakikalara dönüştükçe. Bana kaybettiklerimi hatırlatıyor, kaybettiğimi, onu. "Kaybetmem sanmışım ben onu, boşa inanmışım". O şarkılardan birinin içinde bu laf geçiyor. Ogün Sanlısoy söylüyor. Daha önce hiçbir Ogün Sanlısoy şarkısı bu kadar güzel olmamıştı. Ben ne şanslıydım, Saydım'ı damar bir şarkı zannediyordum. Oysa.. oysa! Üstelik bu şarkı bana artık gelişini beklemediğim bir trenin son hediyesiydi. "Kaybettik severken". Bu müzik fena bir şey. Mesela bu şarkı çalıp duruyor, tınıları sarıyor etrafımı. Durduğum yerde bir anda o TRT filmine dahil oluyorum. Bir göz açıp kapama daha ve Eminönü'ndeyim. Gün batımı yakalanmış. Rüzgar hoş değil bu sefer, sadece serin tokatlar atıyor. Yitip gidenlerin o denize dönüşmesi, sonbaharın gelişini hatırlatıyor bana. Zaten yaşamanın anlamsızlaştığı günlerin kısalacağını haber ederken. Ah müzik diyordum. Ona bir de keder ekle. İşte olan biteni yoktan var eden bu. Tek adım atmadan nerelere gidiyorum, nerelerde bırakıp geliyorum kendimi, kimde kaldı ben? Müzik etkili bir ilaç/zehir. Bakınız şimdi bütün o Semih Cumhuriyeti hissiyatını bir anda yer ile yeksan edecek Oasis'ten Sunday Morning Call. Değişen bir duygu yok aslında. Yine geride kalanlar ve geriye dönüp bakmaktan boyun fıtığı olmuş bir zihin. Ama bu sefer müziğin götürdüğü yerler daha uzak. Bir Londra yağmuru altında, kalabalık bir sokakta, kapşonun sağladığı korunma hissine bahaneyle göz yaşlarının yağmur damlalarınca gizlenmesine izin veren biri. Vay be bana bak! Yok, kimse bakmıyor zaten. Başka zaman olsa belki "bu kalabalığın içinde yapayalnız hissetmektense dünyanın bir ucunda tek başımayım" demeye istekli olabilirdim ama bugün değil. Noel Gallagher bu kadar derin bir vokale sahipken ben bu yağmuru bırakamam. Bırakamıyorum da zaten. Ayrıca açıklamaya ne gerek varsa.. ve göz yüzü parçalanıyor adeta. Slow motion'dayım. Yüzümden ve parmak uçlarımdan süzülen damlalar ile ekranın başındaki dişilere ve duygusal olmayı başarabilen erkeklere "yazık ya çocuğa" dedirten bir görüntünün nedeniyim. İki şey olmasaydı belki bu güzel olabilirdi. Belki bu gerçekten bir rol olsaydı, belki rol ya da değil benim o halimden o da haberdar olsaydı. Unutamamak değil de. Şu artçılara mani olamamak. "I'm not sure if it ever works out right, but it's ok. it's alright"

- Abdullah Gül'ün resmi olarak hepimizi kucaklamaya aday olduğu geçtiğimiz günlerde açıklandı. Kanımca şeriat korkusundan ziyade endişe edilmesi gereken şeyler var. Bununla ilgili daha sonra daha kapsamlı bir şey yazacağım sadece demokrasinin az gelişmiş toplumlarda çok ciddi bir risk olduğunu hatırlamadan edemiyorum.

- mnskym yurtici kargo!

- 26. (Kişisel Bi’ Sayaç Şeysi)

- Nouvelle Vague ve Juilette and The Licks harkulade gruplarmış! Muntazaman Human Fly ile bünyeyi şaraba yatırmak hemen arkasından bir Sticky Honey çakmak lazım.. ve ben o günlerde Radar Live'da değildim değil mi? Çok başarılı..

- Komutan Uçan Tekme de fena değilmiş. Sonuçta Teoman'a ayar verenleri sevmek, bağırlara basmak lazım.

- The Masterplan'a benzeyen bir Olan Biten oldu. Benzetmeden kastımı yakalayanlarla bir gün mutlaka Oasis'i izlemeye gitmeliyiz. Kadrolu yavşak Liam Gallegher'ın sözleri gelir aklıma; "Şu dance-rock denen b.k rock n roll'un stadyumlarda kolkola şarkı söylemek olduğunu unutturdu insanlara". Çok doğru, değil mi kemalcan'ım ciğerim?

2 yorum:

top