Salı, Ağustos 14, 2007

Karayolları Genel Müdürü 2

Yine buradayım. Kendimi rahat hissettiğime inandığım yerde. Hiçbir yerde! Belki bundan önceki benzer seyahatimi hatırlayan birkaç iyi insan vardır. O da buna benziyordu. O zaman da aslında hiçbir yerde olmamak bana huzur vermişti. Hareket ediyordum. Gördüğüm hiçbir şey algının yakalamasından uzun sürmediği için üzerine dertlenmeye fırsat kalmıyordu. Böyle sakınıyordum. Hareket haline olmak, her an başka bir yere, başka bir çift göze ait olmak güzel geliyordu. Üstelik istediğim kadar hızlı uzaklaşabiliyordum oradan, tıp istediğim an istediğim ana yavaşlayabildiğim gibi. Yine bugün olduğu gibi arabamdaydım. Yine cadde ışıkları bana cennetin yansımaları gibi gelirken cinnetin olabilmesini bile düşünmeyecek kadar mutlu oluyordum. Yalnız kalmak da değil bu. Her zaman/mekan kombinasyonunda yalnız kalmak mümkün. Diyorum ya muntazaman, bu farklı. Yolda olmak, harekette olmak, kendini tamamiyle kendini düşünmeye adayacak kadar bağımsız olmak. Evet, ben bunun çok benzerini daha önce yaşamıştım ama bir dev farkla. O zaman bir şeyi arıyor, bir şeye doğru gitmeye, o şeye ulaşmaya çalışıyordum. Ne olduğunu da tam olarak bilmiyordum belki ama orada bir yerlerde olacağını bilmek bana güç veriyordu. Oysa şimdi bir şeyden, bildiğim bir şeyden kaçmak için yoldayım. Uzaklaşabilmek için. Bitirmek için değil de bittiğini kabullenebilmek için.

Her zaman dijital müzik çalarların benden nefret ettiğini düşünmeme neden olacak kadar şansız olmuşumdur şu karışık şarkı çalma modu hakkında. Her defasında en olmaması gereken zamanda en olmaması gereken şeyi bulup denk getirebilmek büyük bir başarı olsagerek. Ama bu sefer ipimi kendim çektim ve gerçekten o an en olmaması gereken şarkıyı açtım; The Unforgiven. Ne sözleri ne de başka bir şey. Zaten ben bu şarkının asıl sözlerini hatırlamıyordum bile. Çok uzun zaman önce o'nun etkisinde değişen algılarım bana kendi kafamda çok farklı sözler yazdırmıştı bu şarkı için. Bir kere "unforgiven" demiyordum, başkaydı o yere koyduğum. Nerdeyse her şarkının her yerine sokmaya çalıştığım iki kelimelik bir öbek. Asla bana ait olmamış bir kelime grubu ama o kendine öyle hitap edilmesini çok severdi benim sevmediğim biri tarafından.. Ben kapıldım gittim şarkıya. Şeritler şeritleri izledi. Bir an durup kendime gelebildiğimde ilk çektiğim off tan buraya kadar olanları hatırlamıyordum bile. Gördüğüm insanlar, gördüğüm şeyler, verdiğim tepkiler, hiçbiri yoktu. Kafamdakiler bile toplanmıyordu o an ama duramazdım. Devam etmeliydim. Ben bir zamanlar çok sevmiştim, o'nu. Bunu benim bitirmek zorunda kalmış olmam bana annemi kendi ellerimle canlı canlı gömmek gibi gelmişti adeta. Zordu, çok zordu ama yapmak zorundaydım. Bütün bunlar nihayete erimesinden kelli benim yola düştüğüm bu geceyse hiçbiri önemli değildi. Aşık falan değildim artık. O'nu da düşünmüyordu ne kalbim ne de aklım. O sırada benim kafam noksan kalanlara takılmıştı. Kişiler değildi artık özne olan, durumun kendisi de değildi. Bitmiş olmasıydı. Başkası olsa en zorunu atlattığımı söyleyip beni rahatlatmaya çalışırdı ama benim kendimden saklayacak tarafım yoktu. Daha zoru asıl şimdi geliyordu. Artık o'nu hayatımdan tamamen atmanın zorunluluğu gelmişti ve benim bunu nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Onu üzecek şeyleri son sözler olarak kullanmayı düşündüm, daha fenasını düşündüm, bunları hiç söylememeyi düşündüm. Çok şey düşündüm, çok şey yaşadım ben hepsi boyunca ve aslında bunların hepsini bir bir öğrensin istiyordum ama anlatmaya üşenmeyeceğimin garantisi yoktu. Belki de artık anlatmayı bile umursamıyordum. O benim için bitmişti ama arkasında yine bıraktı bir şeyler ve ben onları çözemediğimi fark ettiğim anda attım kendimi yollara, kalanlardan baş başa. Artık o'na inancım, sevgim, hiçbir şeyim kalmamıştı. Üzülecek şey yoktu artık uğruna, uğruna sevinilecek bir şeyin de kalmamış olması gibi. Sadece çalan şarkının bıraktıkları hüzünlüydü. The Unforgiven II çalıyordu, yine o'nun asla haberi olmayacağı şeyleri bana hatırlatan.

Sağ elim müzik çalardan R harfine gelmişken şimdi Radiohead dinlemenin beni sonunda 150 km ile bir duvara çaktıracağına karar verdim ve Rammstein açtım. Az biraz ego toparlaması da lazımdı. Daha iyiden çok daha iyi hissettim kendimi. Bir seferinde o'na "beni bu saatten sonra sen mi kötü biri yapacakmışsın?" diye çıkışmıştım bu sefer de "beni bu saatten sonra sen mi boş biri yapacakmışsın?" diye içimden geçirdim. Ben iyiydim kendimle yeniden, uzun zaman sonra o'nun olmadığı yerde. Elbette ki bu kadar fazla şeyler hissettiğim birini tamamen unutmam ve ya o'nu kötü anmam olanaksızdı. Zaten aslında buydu olan biten. Bu olanaksızlığı yaratan bendim, tamamen kişisel doğrularımdı. O'nun bana hissettirdikleri değil. Uzun ve karman çorman cümlelerde hayat bulan fikirlerin hiç değilse bu sefer bir sonuç paragrafı vardı. Kurtulmuştum. O zaman neden yoldaydım, neyden kaçmaya çalışıyordum? Bilmiyorum ama bir önceki yolculuğumda daha düzgün bir ifade yeteneğim vardı. Üstümdeki acı o zaman kat kat daha fazla olmasına rağmen. İronik ama hiç değilse artık rahattım.

2 yorum:

  1. rahat olmayı çoğu defa bir problemi anlamanın sonucunda kendiliğinden oluşan bir duygu hali olduğu yanılgısına düşüyorum. bu yüzden sürekli rahatlıyorum. oh diyorum, bitti, kurtuldum; oysa her şey yeni başlıyor. ne zaman ki bir sıkıntıdan çıkıp rahatladım, o sıkıntı hayatımın geneline yayılan bir rahatlama hissine dönüştü, farkında olmadan sürekli kaçıp kurtulmak istediğim, neyden kurtulmak istediğimi bile bilmediğim.

    YanıtlaSil
  2. "Anlamak çözmeye yetmez, sensiz olmaz, sensiz olmak."

    Ya da bilinçsiz bir kaçma arayışıdır belki hepsi. Bıkkınlıktan kelli. Sorunun olgusunun asla bitmediği ise en kesin olan.

    YanıtlaSil

top