Perşembe, Haziran 14, 2007

1996, Eylül, 2007, Haziran ve Muhtelif Şeyler

Giriş Cümlesi: 90'ları özledim..

1996
Bugün "ne zamandır bakmak istiyordum" dememden mütevellit ekşi sözlük'teki 90'larda çocuk olmak başlığını okudum. Hüzünlendim çünkü o zamanları özlediğim farkettim, yine. Sevindim çünkü o zamanlarda yaşadığım ve çocuk algıma anlaşılmaz gelen şeylerin başka pekçok insana da aynı şeyi hissettirmiş olduğunu gördüm. Hissettim o zamanlarda hissettiğim gibi ve 90'ların tadını 2000'lerde katiyen bulamadığımı bir kez daha idrak ettim. Hatırladım o zamanlardan aklımda kalanları. Çoğu çok tatlı olmasa da çocukluk anılarımı. İlk heyecanlarımı, ilk hırpalanmalarımı. Düşüdüm acaba o zamanları hatırlamak adına kendimce bir "90's Weekend" yapabilir miyim diye. Sonra tekrar hüzünlendim. Çünkü ne yaparsam yapayım, ne hatırlarsam hatırlayayayım, ne kadar anarsam anayım o zamanlar geri gelmeyecek ve bana o şeyleri hissettirmeyecekti.

Tabi ben ve benimle aynı dönemde büyüme evresine girmiş insanlar topluluğu olarak içine doğduğumuz çılgınlığı ancak doğum tarihlerimizden 14-15 sene sonra farkedebildik. Gerçekten de biz hayatı algılamaya başladığımızda bir şeyler yerine "oturmaya" başlamış, insanoğlu teknoloji ivmelenmesinde rölanti devrini geride bırakmış, dünyanın diğer yarısının tershanelerine girip ordularını dağıtmaya artık gerek kalmamış, düpedüz bir tüketim deliliğine dönüşmüş hayat. Bize bunlar anlatılmadı, anlatılmasını beklememeliydik de. Çünkü zaten bizden önceki neslin şait olduğu üzere anlatmak "kötü yapıyordu". Neyseydi zaten. Bize gelene kadar zaten çoğu ses susmuştu. Dürüst olmak gerekirse bu akılalmaz hızda hareket eden değişim, hızlanma döneminde zihnimin kontrolünü birilerinin televizyon adını verdiği uzaktan kumanda zihazına kaptırmayıp kontrolümü kendi elimde tutabildiğim için çok mutluyum. En abartısız tabirle yaşamak anlamsız olurdu öbür türlü. Ki çocukluğumdan kalan anıların büyük çoğunluğu yine televizyon aleti ile ilgili. Kişiliğimde ve kişisel zevklerimde yarattığı farklılığı yadsımıyorum. Aynı şekilde zaman kullanımı belirleyen de oydu. Evde geçirdiği zamanı MCM, MTV, Nickolodeon, Kanal D çevresinde olan da bendim yine. Ancak bunları ölçülü alabilmeyi başardım. Hala da bunu nasıl başardığımı bilmiyorum. Geride binlerce gereksiz şeyin ardından yararlı şeyler de kaldı ve bence önemli olan da bu. Yine de "ahh o televizyon" diyorum. Süper Baba'yı, Olacak O Kadar'ı, Parliment Sinema Kuşağı'nı (merak ederdim neden careless whisper şarkısı her çaldığında aklımdan "bir başkadır aşk parliment mavisi gecelerde" lafı geçiyor diye :) sonra gündüzleri 12 saatlik Nickolodeon pompalanmasını unutmak mümkün değil. Herbiri de ayrı bir tattı. Ne kadar güzel veya sağlıklı lezzetler olduğu değil mevzu bahis ama sonuçta insanın düşüncesine şekil veren bunlardı aileden ve kitaplardan öğrenilenlerden başka.

90'lar deyince aklıma nedense en öncelikle 1996 geliyor. Hımm.. New Radicals'ın "You Get What You Give" i yeni çıkmış. Evde deli gibi NR1 (heyt be! ulan adam gibi, taş gibi kanaldı o zamanlar nambırvan) klipleri ve walkman'indeki The Offspring kasetleri arasında gidip gelirdim. Bu arada The Offspring çocukluğumun grubudur. Hatta 5. sınıfı bitirme gecemizin kutlamasında (neyi kutluyorsak..) ben ve benimle aynı gaflete düşmüş 3 arkadaşım Pretty Fly şarkısı eşliğinde anlamsız danslar etmiştik, üstelik hepimizde de Fubu vardı. Başka bir arkadaşın annesi bunu videoya çekmiş ama çok sükür bozulmuş o kaset daha sonra :) Hatta madem ilk aşık olunan müziklere geldi konu. Başka bir anımı da paylaşmak istiyorum. Bu benim şu anda rock müzik ve türevlerini dinliyor olmamın temel sebebidir belki de. Bu olay olmasaydı Murat Boz hayranı olabilir ve kendimi 90'ların (efsanevi) Türkçe Pop'undan koruyamazdım.

Yıl 1993. Her yaptığımı hatırlayamadığım kadar küçük bir yaşta seyrediyorum. O zaman bir yaz tatili için Ankara'ya gidiyorduk. Babam, torpidodan bir kaset çıkarttı. Hiç unutmam. Şuydu çünkü. Daha sonraları hayatımın grubu diyeceğim Dire Straits'in Sultans of Swing single'ı. İlk sırada sonradan hayatımın şarkısı diyeceğim Money for Nothing vardı. İlk girişindeki davul atraksyonu... ve o riff. Albümü yol boyunca dinledik şarkıların hepsini de Ankara'ya vardığımızda biliyordum ama o riff aklıma adeta çakılmıştı. Yıllar sonra 1997'de aynı şarkıyı tekrar TV'de izleme şansı bulunca (eve varınca hiç sormamıştım çünkü o kaset nerde diye) o riffi ve şarkının tamamını hala ezbere bildiğimi farkettim. Bundan bi' 5 yıl sonra da hayatımdaki rock müzik aşkının sebebinin o olduğunu. Bu da böyle bir anımdır. Pek ilginizde değildi biliyorum :)


Elbette 90'lar yalnızca masum çocukluk anıları ve televizyondan ibaret değildi. Bana Türkiye'yi farkettiren yıllardır 90'lar. Erbakanlar, Ecevitler, Mesutlar Yılmazlar ama en çok iki figür kalmış aklımda. Susurluk ve Tansu Çiller. Sebepsiz olarak nefret ederdim Tansu Çiller'den. Bana çok itici gelirdi. Sonraları bu tutumumun doğru olduğunu öğrendim acı şekilde. Ama asıl Susurluk. Bir anahaber bülteninde o zifiriliğin içinden görülen kamyon altı siyah Mercedes görüntüsü. O zamanlar o küçük çocuğa sorsalar neden bahsettiğini bilmese de "Türkiye nasıldır?" sorusuna "Çok kötü" der "Sana neler çağrıştırıyor peki?" sorusuna ise "Yolsuzluk, hırsızlık, hortumlama ve karanlık" diye cevap verirdi. Nahoş..

90'lar taso çılgınlığıydı. 90'lar TV çılgınlığıydı. 90'lar Maraton programı izlerken banyo yapmışlığın verdiği mayışma hissiyle daha da sert olarak Pazartesi okula gidileceği için isyan etmekti, pipetle leblebi tozu çekmekti, Yalan Rüzgarı'ydı, Cesur ve Güzel'di. 90'lar güzeldi. Bir daha sanmıyorum hiçbir nesil bizim gibi yaşayabilsin çocukluğunu.. Bir video paylaşmak istiyorum. Yukarıda da geçiyordu. Benim için Music Sounds Better With You ve Right here, Right Now ile birlikte en akılda kalıcı videolardan biriydi.

The New Radicals - You Get What You Give (You've got the music in you)


90'lardan bir, yok, en az 2-3 sefer daha bahsetmem lazım. Çok etraflıca bir konu ve mesela Eminem'den hiç bahsetmemişim bile :) Hepsi şunu gururla söylemem içindi;

Eternally Stuck in The 90's!*


***


2007
Haziran


Ancak artık zaman geçti. 2007'deyiz. Vay be! Bazen "yaşlanıyorum" demeye bile başladım. Öyle ki 2007 işte. Daha söyleyecek kelime dahi bulamıyorum. 2007, Haziran. Yok ama ben bu Haziran ayını seviyorum. Geçen gün denizden gelip, karpuz yerken farkettiğim üzere yaz gelmiş. Hem de Antalya'da yaşayan biri olarak söylüyorum çatır çatır gelmiş. Mana ettiğim buraya milyonluk gruplar halinde gelen Ruslar değildi. Daha ziyade hava sıcakları ve küresel ısınma ile daha bir sert geçen yaz. Demek ki artık yaz aylarını bile doğru düzgün yaşayamayacağız. Belki ben bu yaza yorgun olarak girdiğim için bana öyle geliyor. Yazın bana ifade ettiği boş geçmeye mahkum günler gibi.. Garip bir hissiyat. Anladım ki karamsarlık öyle bir şey ki insan aldıkça daha çok alası geliyor.

Eylül

Ama nedir yani! Yaz dediğim de gelip geçecek. Nihayetinde bir Eylül getirecek. Nam-ı değer yazın bitişi/sorumlulukların başlangıcı. Eylül ayını çok severdim bir zamanlar. Sanki o Vancouver resimlerindeki gibi sararmış yaprakların kapladığı yollarda üzerimde paltoyla yürecekmişim gibi gelirdi. Ama buralarda yazın 10 ay sürdüğünü hesaba katmamıştım. Tabi kar denen şey de hiç olmadı. Eylül isim olarak da çok güzel bence. Hem batıdan hem doğudan söyleniyor gibi. Bense ne batıya ulaşabilirim ne de doğuya. Beni bekleyen yine kısa dönem hoş bir güneyden sonra yine kalan zamanımın tamamının geçeceği tatsız bir kuzeyd. Eylül..? Ama fazla anlam yüklemeye yeltenmemek lazım hiçbir sözcüğe. Artık kelimeler bile insanı kullanıp atıyor çünkü. Ben bunların üzerine aşağıdaki şarkıyı dinledim. Hem de yıllar sonra. Sami Özer, nefret etmek istiyorum senden! Neden bu kadar güzel söylemişsin bu şarkıyı. Özellikle de şunu:

"Başarısız olduysan oldun
Yıkma kendini, zaten yorgunsun
Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin
Ya vazgeçer unutursun yada yolun açık olsun.."

Ne şu anda ne yakın bir geçmişte hatta ne de yakın bir gelecekte yaşanan bir şeyle ilgili değil. Ama sanki hepsiyle ilgiliymiş gibi geliyor. Hepsi "-gibi geliyor" olmadı mı zaten? Ancak cidden bu şarkı yıkıyor adamı.

Mazhar Alanson & Sami Özer - Bu Ne Biçim Hikaye Böyle?


***


Muhtelif Şeyler

- Dünden bugüne değişmeyen şeyler pek az. Tanrı seni korusun VH1!
- Yazının sonunda aklıma gelen şeylerden daha çok nefret ettiğim bir şey varsa o da bunları eklemeye üşenmem. Tanrı seni korusun "edit" tuşu!
- Sonuç: "Bu felek kimine kavun kimine kelek yedirdi." Kimine'den sevgilerle.. 90'ları özledim..

1 yorum:

  1. Hayatımız da baharla başlayıp sohbaharla sona yaşama veda eden bir bitki edasında değil midir düşüncesi ufkumu kaplamışken rastladım bu özel blog sayfanıza ve bannerdaki konsept beni tek kelimeyle sarstı.

    YanıtlaSil

top